Okumanın
bir çok yolları ve sonuçları vardır. Zor okunan kitaplar, kolay okunan
kitaplar, etkisi kalmayanlar, hiç unutulmayanlar vb. Zor okunan kitaplar iz
bırakır. Bu bir kuraldır ve değişmez. Etki ile anıyı karıştırmamak gerekir,
Quasimodo'yu anımsıyorum, Kaptan Nemo'yu da (Denizler Altında Yirmi bin Fersah
kolay okunan bir kitap değildir ama, öyle sanılsa da, çünkü ilk kez
karşılaştığınız bir konu, başka bir
dünya kolay sanılmasa gerek), Beyaz Lale'yi de, Japon Baskını ve Ak Zambaklar
Ülkesi'ni de, uzayabilir çetele, Zaloğlu Rüstem, Kurt Kanı, Harp ve Sulh,
Sefiller ve Gazap Üzümleri gibi... Hiç biri iz bırakmadı bende, hiç bir şey
anımsamıyorum, yalnızca Jules Werne'i aksı değiştirmek ve ayrıksı yola girmek
veya yönlendirmek istediği için saymak istiyorum, saygı duyamam ama saygı
korkudan kaynaklanıyor bence, hiyararşizm yani!..
Jules
Werne bilim kurgunun babası veya öncüsü ama sözünü ettiğim kitap bende
hidrofobiye yol açtı onun için beğeniyorum, kötücüllüğün saltanatı, iyicilliğin
sonsuza dek önünde gider, bizi yanlışlarımız ve korkularımız sürükler geleceğe,
iyilik durağanlıktır belki de...
Kitap
her şeyden değerlidir bu yüzden, etkiden yoksun bir kitap bile değerinden hiç
bir şey kaybetmez. Kitap bir belgedir, yaşamımızdan hiç bir iz kalmıyor, fotoğraf
anıdır, anıt mezar bir niceliğe doğru yol alır, eşyalar kendisinin aynasıdır
ama kitabın en kötüsü bile bir düşüncedir, niteliğin adıdır ve malikinin
sonsuzca mülkiyetini imleyen bir nesneye dönüşür yalnızca, yinelediğimiz gibi
Krezüs'ün altınları el değiştirir ama Ovidius'un Çobanıl Şarkıları sonsuza dek
ozanının mülkiyetinde kalır. Düşünce mülkiyetin tek güvencesidir evrenimizde...
Kitabın
yerini, entelektüel değer anlamında hiç bir şey tutmaz. Dr Jivago görkemli bir
film, ötesi diyen biri de çıkabilir hayranlığın sınırı yoktur, o filmden
bellediğim tek bir şey var; Çar halkın düşmanıydı diyor adam, ötekisi ama Çar
bunu bilmiyordu diyor. Habersizdi demek istiyordu sanırım. Doğru veya değil ama
bir şey öğretiyor sahne, vargılarımızın ya da yargılarımızın mutlak doğrulara
yaslanamayacağını öğreniyor insan. Halılık ya da haksızlığın bakış açısı
olduğunu öğreniyoruz, iyi niyet bir biçimde kötücüllüğe evrilebildiği ya da bir
açıdan öyle sonuçlanabileceği gibi açık kötünün kimilerince bir iyiletim ve sağaltım
sayılabileceğini de anlıyoruz, kendi anlağımızın görece dar alanlarında...
Kitapta
bu tür yüzlerce anekdot veya motto vardır sanırım, imler, felsefi şeyler
diyelim, filmde yalnızca birini görebildim. Öyleyse sinema bile kitabın yerini
tutamaz. O estet yüklüdür, göz alıcıdır ama bir kitap değildir sonuçta, kitap
bizi her şeyden fazla değiştirir. Bir betim de sinemanın görevini yerine
getirebilir ama harflerden başka bizi düşünce denizlerine sürükleyen, ikinci
bir diyagram yok henüz yeryüzünde...
Kitap
yol gösterici, kılavuz ve sırlar bütünüdür bu yüzden. Çünkü doğrudan bir
düşüncenin ürünüdür, neyi anlatırsa anlatsın. Diğer bütün sanatsal imler bir
araçtır, müzik, resim, tiyatro... Kitap aracı değildir, direk kendisidir
düşüncenin. diğerleriyse yollar ya da bizzat size gönderir, kitap doğrudandır
ama...
Ülkemiz
aydınına gelince, kitap kurtlarına ya da fenerle insan ya da karanlıkta fener
arayanlara, genelde tümü kopyacı, fasonizmin ürünü, aktarmacı, iletmen ve bir
bilisiz yığını ne yazık ki... Kitapların yüzünü kızartan emel yolcuları!..
Neden... Eğer sürekli Nietzsche'den, Bloch'dan, Feurbach'dan veya Deleuze'dan
-ancak yeni bir dille yazılan şey roman olabilir demiş- veya Bir Afyon
Tiryakisinin İtirafları'nın yazarından bir şeyler aktarıyor ama kendinizden hiç
bir şey ekleyemiyor, üretemiyorsan ya da o gücü kendinde bulamıyorsan, o
kimesne bir yazar değildir.
O
bir postacıdır ne yazık ki, dünyada sayısızca var ve işini bilen biri olarak
yazın heveslisi bu mudilerimizden daha barışıklar yaşamla!.. Saydığımız
entelektüelleri -çağımızda filozof yoktur- sizde okuyabilirsiniz, bu fasonizm
kurbanları herkesin kolyalıkla yapabileceği bir şeyi yapıyor, neden imrenilesi
olsunlar ya da nasıl alkış tutsunlar, çünkü bu adamlar gerçekte bir şey
üretemiyor, üretemiyor, yazar değiller dahası, o yüzden Kapıkule'den çıkınca
nicelleşiyorlar ne yazık ki... Ve hepimizin prestiji düşük bu yüzden düşüncenin
arenasında...
Çağımızda
filozof yoktur dedik, bilgiye o kadar kolay ulaşılabiliyor ki günümüzde, bu
derinlik ve kargaşanın içinde pagan çağların -tüm geçmiş- filozof tanımı
erimiştir, içeriğini yitirmiştir, dahası herkes filozoftur artık çağımızda...
Çağımız
illüzyonlar ve tanrılar çağıdır!..
Nasıl
tanrılar yani, her şeyi kendinde barındırabilen üst insanlar çağı, Nemrut,
Memrutlar çağı daha doğrusu... İyi düşünüldüğünde ne olduğunu anlarsınız,
teknoloji ve d/evrimler bu dünyayı ne zaman kurtarmıştır ki, ütopyalarımız
bumerangdan başka ne olmuşlardır ki!..
Bir kez daha ortaya sürülen, kadim Kudüs
sorunsalı bunun işaretidir, natık Hiroşima bunun işaretidir, irili ufaklı
savaşlar çıkarmakta hünerli saralı ülküler ve despotları bunun işaretidir.
Dünya artık ikiye ayrılıyor çıracılar ve onların tilmizleri, ama gerçekte hep
böyleydi, savaş çığırtkanları ve barışın Baltazarları!..
Şöyle
düşünebiliriz, bilgimiz çoğaldıkça bilisizliğimiz katlanıyor, bir paradoks bu,
insanlık hiç bir çağda görülmediği kadar bir şiddet ve umursuzluk sarmalının
içindedir. Çok mu kötümseriz, kanımca hayır, çünkü şiddet korkunç ve
algılanması olanaksız bir biçimde dönüştü artık, o artık size sevgiyle de
yaklaşabiliyor, bedensel şiddetin yerini, sezilmez, görülmez ve çok daha
korkuncu öngörülemez bir ruhsal şiddet sarmalı ikame edildi günümüzde ve böyle
bir savın kanıtı da yok artık yeryüzünde, yani kıyamet geliyor diyenin
karşısında, hayır cennete gidiyoruz diyenler kazanabiliyor artık ruleti!..
Açık
şiddetin yerini, tinsel despotizm ve terörize edilmiş beyinler aldı artık.
Depresyon ve şiddetin dolayımsız varlıkları biziz artık, o dışarıdan gelmiyor
ve hepimiz şiddetin ürünleriyiz günümüzde, kutsal amaç gerçekleşti ve tanrımız
amacına ulaştı belki de ya da tanrım bu bir hataydı demesi için bütün
materyaller elinde artık, öyleyse kıyamet boynunun borcudur artık belki de!..
Biz
anomaliyiz biz. Hiç olmadığı kadar, uçan metrolarımızın son durağı bu...
Başlangıçtaki
sorunsalımıza dönecek olursak, hiç felsefe üretemeyecek mi bizim aydınlarımız,
taşeron çıracılarımız, kuyruk ve uyrukçuluğun kopyacı esnafları!..
Çözüm
yok, insanoğlu, yıldızların yollarını yinelediği, ormanlarında bülbüllerin
öttüğü çağların içinden tek bir ideolojiye geldi dayandı sonuçta...
Violentizm!..
Vahşet
çağları, sonsuzca bir tinsel parçalanma, bilginin ürettiği kaos, kimliksiz,
kişiliksiz bir dünyanın, bölük pörçük, darmadağın ve bipolar bir Hominidizm'ine
doğru gidiyor.
Dehşet
ve depresyonun, şiddet ve vahşetin bu denli içselleştirildiği ve görünmezlik
peleriniyle cirit attığı başkaca bir çağ daha yoktur yeryüzünde, çünkü her
birimiz bebek yüzlü birer Frankşeytanız artık ve hepimiz birer Azrailiz.
Biri melek biri Lokman Hekimdi oysa!..
ULUS
FATİH