Yokluk Atlası
geçmiş: geçmeyen
ıssızlığı şimdinin
ve gelecek dediğin ne
varsa beklediğin
matlaşmış kör yılan
derisi
hangi mevsim bırakıp
içinden çıkıp başka bir
geleceğe taşınır gibi
ama bırakıp oracıkta.
öylece. çıkıp gittiğindir
gelecek dediğin ne varsa
beklediğin: yittiğindir
ayna kırılganlığından
kendi yokluğuna.
yürüyor muyum. duruyor
muyum
başı sonuna düğümlü yumak
mıyım
kopar beni içimden
kaç kişiyim göreyim
kopar belirsizliğin
kendini belli eden inceliğinden
inceldiğim yerden
bileyim yürümek mi bu
durmak mı
keskin ve yabanıl kan ve
kas yumağında!
düş
düşmeyen elmadır göğün
tekil tarihinde
ve gerçek dediğin ne
varsa bildiğin
bilmediğin diğer senlerin
iç sesidir onlar
iç yasadır o. elmanın
kurtlu tarafı
bir yarısı dişinde kalır
diğer yarısı düşünde!
gidiyor muyum. kalıyor
muyum
gittiğimde aslında nerede
oluyorum
kaldığımda neredeyim
parçalansın tekliğe övgü
bedenim. ayrışsın
şimdinin gelecekten
kopardığı betimsiz oluş
geçmişin şimdiyi
döllediği zehir
ve an: nerede olduğumun
bir an’lık şaşkınlığı
ayrışsın zaman.
gidiyorsam ardımda o
gölge bölsün. güneşten ışıklar.
hüznün prizmasında
dağılan renkleri toparlasın:
koyu. karanlık. kaygan.
kalıyorsam: sarsılsın
kütlemin yumaklandığı kök’üm
zehrimi akıtabileyim ateş
dansında gövdeme ki bileyim
hüküm ben de mi. ben
miyim yargısı ön kabullerin.
/nasıl da akrep
kesiliyorum yer altı çekimine. şimdiden/
kollarım kanat olmalı
diyorum. baş döndürücü çırpmalarla
şimdiden kanat olmalı
kollarım ki bir solukta geçilmeli an
bacaklarım belki de
hırçın bir at gövdesini taşımalı
soluğumla kabarmalı
toprağın mayası döl vermeli
ve döl almalı
belirsizliğin keskin uçlarından.
ağzım kuyu olmalı:
derinliğe doğru genişleyen ve yüzeyinde kanlı
kırmızı
bir sesle açılan kuyu
olmalı ağzım.
geçmiş geçmeyen ıssızlığı
şimdinin
kol ve bacak ve ağız ve
kaburga dengesine sinmiş organ kıvılcımları
gelecek. düş. gerçek…
ve sen ey devingen atlas
durma
yokluğa mıhla beni
:
kasıklarıma doğru
hırçınlaşan tedirginliğin
farkında mısın!
Ela Dincer