Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Yağmur Başlamadan Eve Dönelim / Ahmet Ada


“Doğru aşk
Çıkarır güneşin kolyelerini sana veririm. Eskiden olsa çakıl taşlarıyla muştulardım denizin zamanını ve alıp giderdim seni ovanın sessizliğini aşıp denize. Gül alıp vermenin unutulduğu yabanıl çağda gül alıp verirdim tazelensin diye sevgim. Artık bağlandığım eşitlik bir ayrıntı değil, bir omurga insanlığımı ayakta tutan, birleştiren anılarımı dibinde yaşadığım çocukluğun. Anılar düşlerime girip hayallerime karışıyor. Seviyorum, evet seviyorum beyliğimin sürdüğü anlaşılmaz bir aşkla seni. Bir kaplumbağa yumuşacık devinimlerle yürüyor, içinden geçiyorum uykusuz bir rüzgârın, denize iniyorum.
Ey dünya, tüm ışıklarını yak benim için.”
Ahmet Ada

AHMET ADA’NIN DÜZYAZI ŞİİRLERİ YAYINLANDI:


"Ey dünya, tüm ışıklarını yak benim için."




Ahmet Ada'nın yeni şiir kitabı, "Yağmur Başlamadan Eve Dönelim"  raflardaki yerini aldı. Yeni kitabında düzyazı şiirin olanaklarını deneyen şair, "Gezi şiirleri" ile o görkemli isyanı selamlarken kitaptaki bir bölümle de Ahmet Erhan'ın anısını yaşatıyor. Canan Güldal'ın desenlerinin yer aldığı kitapta şairin portre çizimini Köksal Çiftçi yapmış. Yeni şiirlerinden Kandiller’de şöyle diyor şair:
“Ey yeryüzü, de ki ölenlerin çocuklarına, akıp gidiyor insan şimşekler gök gürültüleri arasından...”


ÇALINMIŞ HEYKELİN HİKAYESİ // Melek Ekim Yıldız




ÇALINMIŞ HEYKELİN HİKAYESİNİ YAZARKEN


Hikâyeyi karakolda başlatmanın kurgu açısından daha iyi olabileceğine karar vermesi epey zamanını almıştı. Diğer seçenekler kurgu açısından daha ilginç olabilecek gibi dursa da, zihnindeki tasarımları söze dökme konusunda kendine güvenemedi. Kızdı da bu güvenmezliğine. Yine de daha kolay gibi görüneni seçti.
Hikâye karakolda başlayacaktı. Şöyle bir şey olacaktı aşağı yukarı:
İçeriden yükselen kargaşanın sesiyle, odaya girecekken duracaktı karakolun komiseri. Hep bir ağızdan konuşmakta olanların uğultusunun, daha şimdiden, başındaki ağrıya eklenmiş olduğunu düşünecekti. Eli kapının kolunda, yüzünü buruşturacak; sağında ve solunda – duruşuyla durmuş – astlarına bakacak ve şöyle soracaktı:
-        İçlerinden biri olduğuna emin miyiz?
Sesi biraz şüpheli çıkacaktı. Sağdaki ast, soldakiyle göz göze gelmezden az önce, duruşunu dikleştirecek ve cevap için ağzını açacaktı. Soldaki hızlı çıkacaktı ama.
-        Bunlardan biri yaptı komiserim, diyecekti ya sesindeki şüphe komiserin gözünden kaçmayacaktı.
Komiserin bu noktada durup düşünmesi mantıklı olacaktı yazara göre.
-        Şunlara uzaktan bakalım önce bir, diyecekti komiser sonunda.
Fikir, diğerlerine de makul gelecekti. Yandaki odanın kapısına döneceklerdi çabucak. İzlenenin izleyeni göremediği o odaya. Astlar komisere yol verecekler, onun ardından onlarda gözlem odası adı verilen yere dalacaklardı.
Aynanın yansıttığı manzara seyirlik gelecekti üçüne de. Aynı odanın içinde beş zanlı…
Zanlı. Durup düşündü yazar bu noktada. Yazara göre hikâyenin kahramanları, kendilerine göre masum ve karakoldakilere göre zanlıydı onlar. Beş rakamının bir önemi yoktu, okurun buna takılmaması gerekiyordu. Ama yazar okurdan farklı düşünmesi gerektiğinin bilincindeydi. Kahramanlar sokağın, sokağı tanıyanlar için oldukça bildik olan, resmini çizmesini sağlayacak renklerdi. Onları özenle boyaması gerektiğini biliyordu.
İlkin Berduş’u düşündü. Diğerlerine oranla, ona biraz daha düşkün olduğunu aklına getirmeksizin; onu sokağın günün diğer saatlerine tenha olduğu sabahın erkeninde gördüğü günleri aklından geçirdi. Adamın heykelle – çalınan değil, çalınan heykelin on metre ötesinde, iki ağacın arasında elleri arkasında duranla – çok özel bir dostluğu olduğunu biliyordu. İnsanların telaşla işlerine koşturdukları saatlerde, Berduş, bir elinde birası diğer kolu Osman Ağa adını verdiği heykelin omuzuna dolanmış konuşuyor olurdu. Adamı çalınan heykelin yanında gördüğünü hiç anımsamıyordu yazar. Onun dostu Osman ağaydı. Onları birlikte gördüğü sabahlarda, önlerinden geçerken olabildiğince yavaşlayarak, adamın heykele ne anlattığını işitmeye çalıştığı geldi yazarın aklına. Duyma girişimlerinden hiçbiri başarıyla sonuçlanmayınca, her yazarın yapacağı şeyi yazıp anlatılanları kurgulayacaktı elbette. Buna ciddi ciddi niyetlenmişti ki, diğer heykel çalındı.
Bir de seyyar satıcı vardı. Tezgâhında sattığı mallar mevsime göre farklılaşan – kışsa, şal, eldiven, bere veya çorap; yazsa taklit çanta, cüzdan, parfüm… - popüler şarkıları sattığı mala ilgiyi çoğaltmak için reklam cıngılına dönüştüren – sesi de fena değildi – gelene geçene laf atarak en çok kendini ama çevresindekileri de eğlendiren gençten bir çocuktu. Yüzüne baktığınızda, yaşından beklenmeyecek bir görmüş geçirmişliğin izleri görünüyordu. Bıçkın sözcüğü daha iyi uyar aslında, diye düşündü yazar ama bıçkın demeyi istemiyordu henüz kendisinin de bilmediği bir sebepten.
Sokağın diğer bir kalabalık sokakla kesiştiği noktayı kendilerinin bellemiş ‘devrimci ‘ gençlerin, her fırsatta halay çekerek eylem yaptıkları grubun halay başı olan uzun saçlı ve sakallı genç ise, yüreğinde halkına duyduğu sevdası, halayın ritmini ezberlemiş ayakları, ezilen halkların sesi olmaya ahdetmiş sesini arka planda çalan halay şarkısına eklemekten bir an için vazgeçmeyerek her daim sokakta bulunanlardan biriydi. Yazar hikâyeyi karakol yerine gözaltına alınma anında başlatmış olsa buna en çok memnun olacak olan da oydu.
Çalınan heykelin hemen karşısında bulunan büfenin sahibi olan gençten adam, sessiz ama sokağın nabzını en iyi tutanlardan biriydi. Polisin dikkatini çekmesinin ana nedeni, müşteriyle muhatap olmadığı tüm anlarda hüzünlü gözlerini çalınan heykele dikip uzun uzun bakıyor oluşunun rakip büfenin sahibi tarafından resmi makamlara fısıldanmış olmasıydı. Günün erken saatlerinde, sokak henüz boşken, elinde bir toz beziyle heykeli temizlediğini görenler de olmuştu.
Büfeci gözaltına alınmadan az önce, satın aldığı sigarayı çantasına atmış verdiği paranın üstünü almayı bekleyen kadın ise, polislerin büfeciyi almalarına beklenmedik bir şiddetle karşı çıkışıyla diğerlerinin arasına katılmıştı. Her sabah aynı saatte sokaktan geçtiği, büfede durup sigara ve ıvır zıvır aldığı, bu sırada büfeci ile bir iki çift laf ettiği, çalınan heykelin yanından geçerken kimseye sezdirmeden heykelin eline usulca dokunduğu biliniyordu. Bu nasıl bilinebilir ki, diye düşündü yazar bu esnada. Yok, bunu yazmayayım. Aklına başka bir cümle doluşunca yazdığını silmesi gerektiğini unuttu elbette…
Karakolun komiseri, zanlılara yakından bakma amacıyla girdiği odadaki tek taraflı aynaya sokulabildiği kadar sokulup, birbirlerinin sesini bastırmaya çalışarak aynı anda konuşmakta olan zanlılara iyice bir bakacaktı. Yüzünde oluşan ifade, astlarının gözünden kaçmayacaktı.
-        Bunlardan biri, diyorsunuz yani. Öyle mi, diye soracaktı yüzünü onlardan birine dönmeden.
Astlar yine göz göze geleceklerdi. Bu kez cevap için, ikisi de hevesli görünmeyeceklerdi. Sessizlik uzadıkça, aslında bir cevap beklemeyen komiserin duruşundaki gerilim gözle görünür hale gelecekti.
-        Bilgi verin, diye kükreyecekti sonunda. Şu kim?
Eliyle, odanın köşesine sinmiş, yüzünde nedensiz bir tebessümle bağrışanları izlemekte olan Berduş’u işaret edecekti. Soldaki ast atılacaktı cevabı bilmenin güveniyle.
-        Komiserim, diyecekti. Bu, sokakta ayakta duran yaşlı adam heykelinin dostu olduğunu iddia eden ayyaş. Sabahtan akşama bir elinde birası o heykelle konuşup durur deli.
Komiser bir şey anlamamış gibi bakacaktı konuşan astın suratına.
-        Bu adam çalınmayan heykelin dostuysa, çalınan heykeli neden o çalmış olsun, diye soracaktı.
Kafası karışan ast, çaresizlikle diğer kıdemdaşına bakacak, onun yerinde olmayı istemediğini belli eden bakışlarıyla çaresiz önüne bakacaktı. Sonrasında zanlıların hepsini tek tek soracaktı komiser, aldığı cevapları beğenmeyecek, uzunca bir süre sessiz kalıp düşünecek, devrimci gencin slogan atmaya başlamasıyla dikkatini yeniden zanlılara çevirip nihayetinde kararını bildirecekti beklemekten sıkılmış astlarına.
-        Şunları tek tek sorgu odasına alıp bir konuşalım bakalım, diyecekti.
Sorgulanma sahnesini yazıp yazmama konusunda kararsız kaldı yazar. Sonuçta tüm kahramanlarının serbest kalmasını istiyordu çünkü hangisine sorulursa sorulsun, masum olduklarını iddia edeceklerdi ve onları gözlem odasından izlemiş olan komiser de, yılların tecrübesiyle masumiyetlerine inanmaya meyilli olacaktı.
Osman ağanın yavuklusuydu o komiserim, diyecekti Berduş. Dostumun yavuklusunu çalacağıma ağzıma bir daha bira koymam daha iyi.
Sattığım fularları onun boynuna doluyor, ellerine eldivenlerden takıyor, berelerimi onun başında sergiliyordum, diyecekti seyyar satıcı oğlan. Beleş mankenim gitti, derken ağlayacak gibi olacaktı. Kim çalıp götürdüyse allah belasını versin!
Egemenlerin çıkarları uğruna bile isteye cahil bırakılmış halkımın heykelini çalmak mı, diye sesini yükseltecekti devrimin en hevesli halay başı. Örgütlenmemize yapılmış bu aşağılık iftirayı kınıyorum! Bizim sokaktaki varlığımıza dayanamayan polisin bu alçakça oyununu bozacağız!
İşimde gücümdeyim komiserim, diyecekti büfeci. Ha, ara sıra gidip elini yüzünü silerim heykelin. Gün boyu gözümün önünde. Gelenin geçenin eli bunun üstünde, kirletiyorlar. Ben pislik sevmem biliyor musun komiserim, diye üsteleyecekti. Büfenin içinde de o bez hep elimdedir. Ne isterim ben heykelden. Ne güzel duruyordu işte gözümün önünde.
Büfedeki adamla ne ilişkim olabilir, diye itiraz edecekti kadın. İkimiz bir olup heykeli çalmışız öyle mi? Gülecekti burada. Komik gelenin büfedeki adamla gizli ilişkisi olduğu iddiasını mı yoksa heykelin bir ucundan tutup adamın götürmesine yardım ettiği suçlamasını mı olduğunu anlayamamıştı komiser. Büfedeki adamın gözaltına alınmasına neden mi karşı çıktım, diye soracaktı. Şöyle bir durup düşünecek, ardından ağzından baklayı çıkarıverecekti. Çünkü cüzdanımdaki son parayla sigara almıştım ve büfeci paranın üstünü veremeden adamı alıp götürmeye kalktılar!
Aynı anda mı salıverilsinler yoksa kısa aralıklarla mı, karar veremedi yazar. Ama asıl büyük sorun hikâyenin sonunu bağlamaktı. Aklından, kahramanlarının her birinin evlerine girdiği anı yazmak ve orada okurun aklında kuşku uyanmasını sağlayacak belirsiz ve sessiz birine, ucu açık – hani şöyle aslında heykelle konuşuyor olabileceklerini düşündürecek – birer cümle yazmak geçtiyse de, bunun sürpriz gibi görünmeye çabalayan, kifayetsiz bir son olacağında karar kıldı. Karar kötü değildi de, hikâyeyi nasıl sonlandıracaktı?
Alındıkları sokakta buluşturabilirdi onları. Misal, Berduş kısa süreliğine de olsa kader ortaklığı yaptıklarını düşünerek büfeciye sokulabilir ve ondan bedava bir bira koparmaya çalışabilirdi Osman ağanın yanına kendini atmadan önce. Seyyar satıcı çocuk, palas pandıras alındığı esnada etrafa saçılan mallarının derdine düşebilir; devrimci genç soluğu yoldaşlarının yanında alarak ülkenin devrimci – ilerici güçlerine yönelik baskıları protesto için ne yapabileceklerini tartışmaya açabilirdi. Büfeci yüz vermemeye çalıştığı Berduş’un bira isteğini pişman olacağını bile bile yerine getirebilir; parasının üstünü alamamış kadın, büfeciden istemeye utandığı için, aybaşına kaç gün kaldığını hesaplayarak evine ağır ağır yürüyebilirdi.
Bu düşüncenin fena olmadığı yavaş yavaş aklına yatmaya başlamış yazarın, çalışma masasının arkasındaki okuma koltuğuna yerleştirdiği bronzdan kadına dönüp, sence bu bitiş iyi mi, diye sorması ise abartılı bir son olurdu.

Melek Ekim Yıldız

* Ankara'nın Yüksel Caddesinde bulunan ve derin düşüncelere dalmış güzelim bronz kadın heykelinde saklı anılar-hatıralar için defter yazarı Melek Ekim Yıldız tarafından kaleme alınan güzel öyküyü sunarken, bu nefis sanat yapıtının akibetini ve "sözde" yürütülen soruşturmaların sonucunu da insan merak ediyor! Söz konusu bir sanat yapıtı olunca neden bu vurdum duymazlık? Başkentin bir bölgesine sembol olmuş bir yapıt neden bir acımasızlığa, vandalizme kurban edilsin? / defter


Issız Ölüm...


11 Yaşındaki  Şengal sürgünü Ezidi çocuk "Mihrizad"’ın  Ezidi sığınmacı kampında kaleme aldığı "Issız Ölüm" başlıklı müthiş şiiri, kampta gönüllü mühendis olarak çalışan arkadaşımız tarafından çevrildi ve deftere ulaştırdı. Yeryüzü artık “şiir tadında” değil, şiir kesintiye uğramadı ama yaşam hakkı bir takım “insan kesimhane”  destekçileri ve uygulayıcıları tarafından derinden ve geri dönüşümsüz olarak yara aldı.  Küçücük bir yüreğin (Mihrizad) Butimar kanatları, bir şair işte böyle doğar, Şengal’ın cam göbeği düş tarlalarında, kader güzergahlarında, Cibril nefesli soluklarda, ol fettahın adıyla, tavus renkleriyle ve  arza destek, arızaya isyan koca yürekli çocuk. (fotoğrafta gördüğünüz-defrer için en  güzel hediyedir...)/ Defter


Issız Ölüm

Şengal viranelerinden inen emir
Uyan, uyan ve gözlerini aç
Hepimizin incindiği doğrudur
Yarısı ölüm, yarısı yaşam.
Yanmış, kül olmuş.
Dağlarlardan başka kimse
bize özgürlüğümüzü vermedi.
Ey Şengal dağı, ey Ana
Şeftali ağaçlarından kan damlıyor,
Son katliamda hepimiz ölmedik,
Bugün yine sessiz bir  toplu kıyım eşiğindeyiz.
Yeninden aç kurtlar gibi  birbirimizle kavga etmekteyiz.
Şengal dağına git,
Yüksel,
Ve Tanrıyı çığlık atarak uyar:
“Uyan, Uyan…”.

Şiir: Mihrizad
Çev.Poetic Mind





Bir an...// Sufi.



Rüzgar gülü değil. Kurtuluş anının resmidir. Ezidi kadın, Karanlık güçlerin Haseke kuşatması yarıldıktan sonra bir yığın kadın-çocukla  beraber  yoldan geçen ilk kamyonetle bölgeden uzaklaşır.  Giydiği sim-siyah elbiseyi önce çıkarır sonrası ise tebessümünü  rüzgarda uçurur. Ancak bu biçimde kapanmaya meyilli tüm sırları açığa çıkarabilir. Bir anda yeryüzü karanlığı ışık saçan bir toprak parçası olur onun için. Ay  ve  Güneş tutulması sonrasındaki antik dönem ayin coşkusu var yüzünde. Bir tutam alev sanki. Yaşamın tüm renkleriyle beraber. Kır çiçeklerinin rüyasındaki kanat misali.  Uykusuzluğun resmi adeta. Bir an, tarihin dipten haykırışı ve sonrasındaki sessizlik. Görmek,  gitmek, kurtuluş ve tanıklık.  Eski ahit metinlerinden fışkırmış sözcükler gibi  bir rüzgar uğultusu yüzünü okşar:

Soyun artık Rebeka
  Senin eşin yok. Senin soyun artık  yabancı bir ülkede…”


  Sufi. 


Defter : : Kültür-Sanat Portalı




Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***