Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



1+1 Şiir // Erkan Ezbiderli







KAYGISIZ


bir bıçak tortusu sakin gözlerin boşunda
uçaklar tertipli tertipsiz bir kuşla yarışıyor
kahkaha oluyor can sıkıcı şimdiki bu zaman

daha billur mavi bile dememişken yıldızlar
dert yoksulu ah keşke üzüm çekirdeği ağzında
iyi uykular dileyip serin toprağın derinlerine

askılıkta not defterleri kursaklar kuma gömük
bir beyin sıcak suya yatırılmış üşürken akşam
sonra sormuş hangi nedenledir böyle bir kutup

dağlar kadar bu bodrum rutubetten ilk evvel
tek bir nema daha işçilikler paydos cep pejmürde
dışarıya nüfus kopya gerçeğin taşsız yollarında 

dünler isilik bir tene rağmen yarına koşuyor
yani hücre baykuşu çemkiriyor ışığın hüznünü   
tam zamanlı bir kış oluyor çektiği gibi yazından.


*     *     *



DEM


kadim kuyularda içerleyip neşelidir biraz
kıstırılmış gökyüzünün mavisinde acıyarak 
el insaf edip tahammüldür bir bir boş odaları

şaha kaldırmış çıkmaz sokakları yine bu akşam     
şehrin cinsiyetinden başlayıp tamamlamış yüzünü
kıyamet denli bir kışın alnında terliyorum bense
yanaklarına düşerken karışıyoruz, öyle düşüyoruz

çünkü doğası gereği silik bu kez de sarıldığım ses
sahnelerde gülümsediği elbette hiç çıkmaz aklımdan
sussam da ufalanır miyop kulaklarımda kahkahalar

kanın yel değirmenleri oksijene mikrop saçıyor
bir leke tutuyor göründüğü pencerenin şafağında
oysaki bu deniz dosdoğru bir ateştir yanan için
masalın tam yeri gelince çoğalıp çağırmalı gemiyi

ne kalır geriye grinin beyaza hasretinden başka     
aşikâr olunca kardeşliği elvedalarla merhabaların
işte o dem, cesedimi arayıp bulacağından eminim.      

Erkan Ezbiderli


Tanrının Elyazısı // Jorge Luis Borges



Zindan derindir, taştır; gerçi zemin (ki o da taştır) tam anlamıyla geniş bir çember sayılamaz ve bu olgu her nedense bir kıstırılmışlık ve onun yanısıra bir bitimsizlik duygusu çağırır ama yapının biçimi hemen hemen kusursuz bir yarıküredir. Ortadan bir duvar geçer; çok yüksek olmasına karşın bu duvar mahzenin üst kısmına ulaşamaz; hücrelerin birinde ben varım. Pedro de Alvarado’nun ateşe verdiği Quaholom piramidinin büyücüsü Tzinacan’ım ben; öbüründe, tutsaklığın zamanını ve uzamını sinsi, düzenli adımlarla arşınlayan bir jaguar var. Zeminden başlayan parmaklıklı koca bir pencere ortadaki duvarı kesiyor. Gölgesiz saatte (öğleüstü) tepelerdeki tavandan bir kapak kalkıyor, yılların gitgide silikleştirdiği bir gardiyan, oluklu çarkı çevirerek bize bir halatın ucunda su testileri, et parçaları sarkıtıyor. Işık sızıyor mahzene; o an jaguarı görebiliyorum.

Karanlıkta yattığım yılların sayısını unuttum; bir zaman genç, bu zındanda volta atabilen benken, şimdi beklemekten, hem de ölüm-duruşunda, tanrıların kararlaştırdığı yazgımı beklemekten başka bir şey elimden gelmiyor. Zamanında, ışıltılı, oluklu bıçağımla kurbanların göğsünü deşmiştim. Oysa şimdi, bir büyü yetişmezse şu toz-topraktan yekinecek gücüm yok.

Piramidin yakıldığı gece, görkemli atlardan inen adamlar, beni kızgın demirlerle dağladılar, gizli bir hazinenin yerini almak istediler ağzımdan. Tanrının putunu gözlerimin önünde yere çaldılar ama tanrı beni bırakmadı, ben de işkencelere sessizce katlandım. Beni kamçıladılar, hırpaladılar, sakat bıraktılar ve neden sonra ölümlü yaşamım süresince asla dışarı çıkamayacağım bu zındanda gözlerimi açtım.

İlle de bir şeyler yapma, ne yapıp edip zamanı doldurma çaresizliğinin kışkırtısıyla, kendi karanlığımda, bildiklerimin tümünü anmaya çalıştım. Bitimsiz geceleri, taşa-oyulma yılanların sırasıyla sayısını ya da şifalı bir ağacın şaşmaz biçimini anmaya adadım. Böylece geçen yılların gönlünü aldım gitgide, böylece aslında benim olanı yeniden ele geçirdim. Bir gece çok özel bir anının eşiğine yaklaştığımı sezdim; denizi görmeden önce yolcu, kanında bir hızlanma duyar. Saatler sonra bu anının dış çizgilerini seçmeye başladım. Bir ayetti. Tanrı, zamanın sonunda yağma ve yıkım geleceğini önceden görerek, daha Yaratılış’ın ilk gününde bu kötülükleri savuşturacak güçte tılsımlı bir tümce yazmıştı. Öyle yazılmıştı ki bu tümce, en ötedeki kuşaklara erişebilecek, raslantının oyununa düşmeyecekti. Kimse onun nereye, nasıl harflerle yazıldığını bilmiyor, ama gizliden varolduğu, bir gün bir cennetlikçe okunacağı kesin. Her zamanki gibi şimdi de zamanın sonunda durduğumuzu düşündüm; yazgımın, tanrının son rahibi sıfatıyla beni bu elyazısını sezgileme ayrıcalığıyla donatacağını düşündüm. Zından duvarları arasına kıstırılmam, umudumu engellemiyordu; belki de Quahalom elyazısını daha önce bin kere görmüştüm de

şimdi  şimdi yalnızca sırrına ermem gerekiyordu.

Bu dalıp gitmeler yüreklendirdi beni, sonra da bir çeşit başdönmesiyle doldurdu. Yeryüzü, baştan başa epeski biçimlerle kaplıdır, bozulmayan, sonsuz biçimlerle; aradığım simge onlardan herhangi biri olabilirdi. Bir dağ olabilirdi tanrının söylemi, bir ırmak, ya da imparatorluk ya da yıldız kümeleri. Ne var ki yüzyılların sürecinde dağ yassılır, ırmak yatağını değiştirir, imparatorluklar başkalaşmalara uğrayarak alaşağı edilir ve yıldız kümelenişleri değişir. Gökkubbede değişme vardır. Dağ ve yıldız bireydirler ve bireyler yokolur. Daha direngen, daha etkilenmez bir şey arıyordum ben. Gelmiş geçmiş tahıl, ot, kuş, insan kuşaklarını düşündüm. Belki de o tılsım, sonunda benim yüzüme yazılacaktı, belki de arayışımın bitimi kendimdim. Bu kuruntuyla kavrulurken birdenbire jaguarın, tanrının niteliklerinden biri olduğunu anımsadım.

O an içim acıyla doldu. Zamanın ilk sabahı gözlerimin önüne geldi; oyuklarda, şekerkamışı tarlalarında, adalarda durmaksızın sevişip üreyecek jaguarların canlı derisine tanrının bildirisini gizleyişi ve böylelikle son insanlara devredişi geldi gözlerimin önüne. Bu tasarıyı sürdürme adına otlaklara, sürülere ürkü salan kaplanlar, o tıklım tıklım kaplanlar labirenti geldi gözlerimin önüne. Öbür hücrede bir jaguar vardı, onun bunca yakınında, varsayımımın doğrulandığını, gizli bir kayraya kavuştuğumu algıladım.

Uzun yılları, beneklerin düzenini, kümelenişini öğrenmeye adadım. Karanlığın her döneminde anlık bir ışık bağışlanıyordu ve ben böylece sarı kürk boyunca akan kara lekeleri titizlikle saptıyordum. Bir bölüğü sivri uçluydu, bir bölüğü bacakların içinde çaprazlama hatlar oluşturuyordu; daha başka bir bölük, halhal biçimliler, sık yineleniyordu. Belki de bunların tümü tek bir ses, tek bir sözcüktü. Çoğunun ucu kırmızıydı.

Zorlu çabamın güçlüklerini sayıp dökecek değilim. Kaç kereler mahzene doğru haykırdım, bu metni çözmek olanaksızdır diye. Gitgide, uğrunda ter döktüğüm somut bulmaca, tanrının yazdığı bir tümcenin tür-başlatıcı bulmacasından daha az tedirgin etti beni. Saltık bir zihin (diye sordum kendime) ne çeşit bir tümce kurar? İnsan dillerinde bile evrenin tümünü imlemeyen tek önerme yoktur diye düşündüm, kaplan dendikte, onu peydahlayan kaplanlar, ona yem olan geyiklerle kumrular, o geyiğin beslendiği çimen, çimene analık eden toprak, toprağı doğuran gök de denmiştir. Tanrıların dilinde her sözcüğün o sonsuz olgular zincirini açıklayacağını düşündüm, üstelik üstü-kapalı değil, apaçık bir biçimde, zamanla bağımlı olarak değil, anında. Zamanla, tanrısal tümce düşüncesi, çocukça, hatta kafirce geldi bana. Bir tanrının, diye düşüncelere dalıyordum, ağzından çıkan her sözcükte saltık bir tamlık olacaktır. Onun ağzından çıkan hiçbir sözcük, evrenden aşağı, ya da zamanın toplamından az olamaz. İşte o sözcüğün, bir dili, o dilin kapsayabileceklerini karşılayacak gölgeleri ya da kusurlu suretleri de zavallı, hırslı insan sözcükleridir, hepsi, dünya, evren.

Bir gün ya da bir gece —benim günlerimle gecelerim arasında ne ayrım olabilir ki?— zındanın zemininde bir kum tanesi gördüm düşümde. Önemsemedim, yine uyudum, düşümde uyandığımda, zeminde iki kum tanesi vardı. Yine uyudum, kum tanelerinin sayısının üçe yükseldiğini gördüm. Böyle çoğalıyor, sonunda zındanı dolduruyorlardı, ben de o kum yarıküresinin altında ölü yatıyordum. Düş gördüğümü kavradım; büyük bir çabayla silkindim ve uyandım. Uyanmanın yararı yoktu; sayısız kum taneleri boğuyordu beni. Biri dedi ki: “Sen uyanıklığa değil, önceki bir düşe uyanmışsın. O düş, bir başka düşle sarmalıdır, o da bir başkasıyla ve bu böyle sonsuza kadar gider, sonsuz da kum tanelerinin sayısıdır. Geriye dönerken izlemen gereken yolun sonu yoktur ve sen bir daha gerçekten uyanmadan öleceksin.”

Yitmiştim sanki. Kumlar dolmuştu ağzıma, yine de haykırdım: “Düşlerin bir kum taneciği öldüremez beni, ne de düşler vardır düşler içre.” Bir ışık yalazında uyandım. Tepedeki karanlıkta bir ışık halkası büyüyordu. Gardiyanın yüzünü, ellerini gördüm, oluklu çarkı, halatı, et parçalarını, su testilerini.

Kişi, yazgısının biçimlenişinden şaşkına döner gitgide, nereden bakılsa kişi, içinde bulunduğu koşullardır. Bir şifre-çözücü ya da bir öc-alıcı, tanrının bir rahibi olmaktan öte bir tutukluydum ben. Düşlerin labirentlerinden, sılaya dönercesine döndüm acımasız zındanıma. Onun ıslaklığını kutsadım, kaplanını kutsadım, o ışık sızıntısını kutsadım, kendi ihtiyar, acılı bedenimi kutsadım, karanlığı ve taşı kutsadım.

Sonra unutamayacağım, iletemeyeceğim o şey oldu. Tanrısalla, evrenle (bu sözcüklerin anlamlarında bir ayrım var mı, bilmiyorum) birlik gerçekleşti. Doruk-coşku, simgelerini yinelemez; Tanrı, bir yalazda, bir kılıçta ya da bir gülün halkalarında görülmüştür. Ben çok ulu bir tekerlek gördüm, gözlerimin önünde değildi, arkamda da değildi, iki yanımda da değildi, ama her yerde aynı andaydı. Sudan yapılmaydı bu Tekerlek, sudan ve ateşten, ayrıca (ucu göründüğü halde) sonsuzdu. Gelecek, şimdi, geçmiş ne varsa, içiçe biçim veriyorlardı ona, ben o toplam dokunun ipliklerinden biriydim, işkencecim Pedro de Alvarado da bir başkasıydı. Nedenlerle sonuçlar apaçık ortadaydı işte, hepsine akıl erdirebilmek için o Tekerlek’i görmem yetmişti, sonu olmayanı. Ey anlayışın mutluluğu, imgelemi ve duygulanımı aşan mutluluk. Evreni gördüm, evrenin çok özel tasarılarını gördüm. İngiliz Kilisesi Kitabı’nda anlatılan kaynağı gördüm. Sulardan yükselen dağları gördüm, ilk orman adamlarını, onlardan yüz çeviren sarnıçları, yüzlerini paralayan köpekleri gördüm. Öteki tanrıların arkasına gizlenmiş yüzü-belirsiz tanrıyı gördüm. Bir tek esenliği oluşturan sonsuz süreçler gördüm ve hepsini anlayınca, kaplanın elyazısını da anlayabildim.

On dört gelişigüzel sözcükten (gelişigüzel görünen) oluşan bir formül bu, onu bir kerecik yüksek sesle söylesem, gücüm tanrı-gücüne ulaşacak. Onu söylemek bu taş zındanı ortadan kaldırmaya, geceme günışığı salmaya, gencelmeme, ölümsüzleşmeme, kaplanın dişlerinin Alvarado’yu öğütmesine, kutsal bıçağın İspanyolların göğsünü deşmesine, piramidi yeniden kurmaya yetecek. Tam kırk hece, ondört sözcük ve ben, Moctezuma’nın bir zamanlar yönettiği toprakları yönetebilirim. Ama bu sözcükleri söylemeyeceğimi biliyorum, çünkü Tzinacan’ı ansımıyorum ki artık.

Kaplanların derisine işlenen giz benimle öle! Evreni görmüş olan, evrenin ateşli tasarılarını gözlemiş olan, tek kişiyle, o kişinin bahtı ya da bahtsızlıklarıyla sınırlı düşünemez ki, kendisi özbeöz o olsa da. O adam bir zamanlar kendisiydi, ama artık umurunda bile değildir. Ötekinin yaşamı, ötekinin ulusu nedir onun gözünde, kendisi artık hiç kimseyse. İşte bu yüzden formülü dile getirmiyorum, bu yüzden, burada bu karanlıkta yatarak günlerin unutuşa gömmesine bırakıyorum kendimi.
Ölüm ve Pusula | Tanrının Elyazısı - Jorge Luis Borges


JORGE LUİS BORGES // Çeviri: Ulus Fatih




DESCARTES

Yeryüzünün yalnızıyım ben, ama belki ne yeryüzündeyim ne de bir insanım.
Belki bir tanrı aldatıyordur beni.
Belki bir tanrı zamanıma hükmediyordur, şu sonsuz yanılsamaya.
Ayı düşlüyorum ben ve düşlerken gözlerimde canlandığını biliyorum.
Düşledim sabahın ve akşamın ilk gününü.
Düşledim Kartaca'yı ve çöle dönmüş lejyonunu.
Düşledim Lukan'ı.
Düşledim Golgotha'nın bayırlarını ve Roma'nın haçını.
Düşledim geometriyi.
Düşledim, çizgiyi, yolları, yüzey ve boşlukları.
Düşledim sarıyı, maviyi, ve kırmızıları.
Düşledim sayrılı çocukluk çağlarımı.
Düşledim haritaları ve krallıkları, ve her gün doğumundaki umarsızlıkları.
Düşledim o durgunluk veren bahtsızlıkları.
Düşledim kılıcımı.
Düşledim Bohemya'nın Elizabeth'ini.
Düşledim kuşku ve kesinlemeleri.
Düşledim geçmişimi.
Belki geçmiş diye bir şey yoktur, belki hiç bir zaman doğmadım.
Düşlerin içindeki bir düş olabilirim.
Kutupçul bir sanrıya, dehşete kapılmış olabilirim.
Tuna Üzerinde ki, şu katıksız gecede.
Descartes'ı düşlemeyi sürdüreceğim ve atalarına ona gönül borcum var benim.

 

GİZEMLER

Kimim ben yollarda şarkılar söylüyorum bugün
Yarınsa gizemlerle yüklü bir ölü olacağım
Kim yaşıyor bu tür bir krallıkta, büyülerle süslü kısır bir karanlıkta,
Önceleri ya da sonra ya da bir zamanın dışında.
Bu yüzden gizemcilere şöyle dönüp bakabilirim. İnandığımı söyleyebilirim
Ben cennet ve cehennemi kendime bağışlıyor değilim,
Öngörülerde bulunmakta istemem. Her insan kendine mit yaratabilir
Proteus'un anlam kaymalarıyla çözünmüş biçimlerine kanabilirim.
Karman çorman bir işin dolambacında, dev bir parıltı kör ediyormuşçasına
O zaman yazgımın görkemi ve utkusu geri dönmüş olacak benim
Tutsak bedenimin ruhu bana sunulduğunda bu macera bitmiş olacak
Ölüme ilişkin her şeyi anlamak isterdim ben her şeyi yaşamak?
İşte o zaman unutuşu içmek isterdim saf-kristalinden,
Hiç bir zaman düşlenemeyecek denli; bir sonsuza giderken ben.
JORGE LUİS BORGES // Çeviri: Ulus Fatih
 


Liberty Minimali // Doruk Satenay



 

Saat gecenin 03:20’si olumş. İşte bizim hadım edilmiş kentimiz. Olağan üstü halin, olağan dışı ruh haritası. Geceden yoksun, sönük bir kent. Bir kent ki ölülerin çanları gece saat tam 12:00’de çalar ve o saatten sonra “uyanık”, “farkında” olanlar kendi yaşamlarından, sadece kendikeri sorumlular. Ve bu gündelik çekişmenin, çelişkinin, girdabın  adı elbet ki yaşam değil. Yarınlarına umutla uyanamadığınız hiçbir yer kent değil, mekan değil, la mekan bile değil, asflat, metruk bir yerdir, betona yenilmiş “yarım kenttir”.  Ben “gece” diyorum, dingin “yaşayabilme” gecesi, merdiven altı atölyelerin nemli, ışıksız pencerelerine sızan küçük kaçak ellerin ıstırabından yoksun olabilme gecesi. Yarınlarında tüm düşleri sekteye uğramayan  ve adına “iş kazası” dedikleri  o cinayetten yoksun olanların gecesi. Ben “gece” diyorum, o koruyan, kollayan örtü ve “and olsun geceye” yemini. Fecri ati olsun, ama sen hala sokakta olasın. Bir avuç kent divanesi ve geceyi bekleyenler dışında kalanlar da olsun, ve Polis, geceyi delen siren sesinde uyusun.  İşte, bütün buların adı yaşamdır, bir zaman Payıtaht olan Konstantinopolis kentinde, konstanatin gideli çok oldu, geriye sadece “Polis” i kaldı.

Gecedir,

Saat gecenin 03:27’si olmuş.

Son duyuruya kadar, hiçbir yatağın, giden canların yatağından daha rahat olmadığını bildirir, dövülerek öldürülen bir genç.

Doruk Satenay


Borges Defteri // E*MAG NO: 4


                                      E.MAG 4.SAYISI
Jacques Derrida’da Gramatoloji
ve Gösterge Kavramları
(ya da Dé-grammatologie)
Mustafa Durak

Mustafa Durak,  üretkenliği ve oylumlu düşünce girizgahlarıyla edebiyatımızın önemli kalemlerindendir. Derrida'nın ister estetik kuramı, ister felsefe ve politika alanında geride bıraktığı birikim, kendi içinde barındırdığı dil kodlamaları ve kavramlarla ilerler. Mustafa Durak, bu çalışmasında söz konusu geçiş noktalarından bir kısmını irdeliyor, açıklıyor. Derrida okurları için  önemli bir yol işareti deneyselliğidir.
 "Derrida'yı herhangi bir konuda ele alma düşüncesi bile, bizi kavramsal arka planına gönderecektir. Onun terimlerini bilmek, onu anlamanın, yorumlamanın, eleştirebilmenin ilk koşuludur. Bu yüzden bu çalışmada, onun evrenine girişin anahtarı sayılabilecek terim/kavramların peşine düşülmeye çalışılmıştır."

E.MAG'i ister PDF formatında E-MAG(e-kitap) arşivinize aktarabilir, veya  ISSUU sayfasından takip edebilirsiniz.Link:
(Jacques Derrida’da Gramatoloji
ve Gösterge Kavramları-Borges Defteri E*MAG NO:4
) Download By MediaFire 250 kbps-1MB


BORGES DEFTERİ


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***