35 milyon genç insan geleceğini arıyor!..
‘ne ağaç, ne
yıldız, ne şimşek
başka bir şey yazılı değil toprak üzerine
izleri var yalnızca
belleğinden
başka her şeyi
alınabilecek
yapayalnız bir ulusun…’
Üzücü ve birbiri ardına patlak veren olaylar zincirini bütün
yönleriyle irdelemek gerekir. Göze, göz
değil, göze, söz ve amaç çemberi gereklidir. Çünkü en ufak bir hata, geri dönülmez derin
yaralara açık bir davetiye niteliği taşıyor şu an, kendini haklı çıkarmak, otoritenin bildik
eski bayat alışkanlığıdır. Hele ki
ülke yönetiminden sorumlu olanların her sözcüğü, her yönelimi, her adımı her
zaman sokaklarda yankılanacak bir sonraki adımın habercisi durumunda, bu
gibi toplumsal olaylarda yıldırım akış hızının 1 saati, 1 yıl gibi hiç hesapta olmayan katmanlara kadar nüfuz
eder. Olayların temel hareket noktasını oluşturan
şey ne olursa olsun önemini asla yitirmez, merkez konumunu korur. “İktidar” ve tahakküm kurumlarının kendi
altlarını oyan insanlara tahammül etmeleri
için hiçbir neden yoktur. Onun için şu
12 gün süresince tanıklık ettiğimiz olaylar, aşırı şiddet yönelimi her türlü hakikatin üzerine örtmek için de
işlevseldir. Otorite genelde soru
sormaz, kendi alanını sorularla boğmaz, onun için neden-niye gibi sözcükler de
ilgisini çekmez. Vuku bulan şeyin
kökleri, gövdesi nerede diye de merak
etmez. Anlık düşünür, anlık düşündüğü için hata üstüne hata yapar, işi o denli
abartır ki hakikati yalan sopasıyla dövemeye kalkışır.
Her toplumsal hareketin
bir başlangıç dinamizmi mutlaka vardır.
Ülkemizdeki hakim sınıf( ki siyasal iktidarlar –her zaman- onların resmi savunucu gücü olmuştur,
tüm aygıtlarıyla), uzun yıllardan beri toplumun
özellikle üreten kesimini ki tüm
zorlukları, yoksullukları sırtında taşıyan sınıftır görmezlikten geldi, en alt çıta hak hukukları
yerle bir edildi, son yıllarda (T.C. Çalışma Bakanlığının verilerine göre, sadece 2003-2011 yılları arasında) 1470 işçi iş kazalarında yaşamlarını
yitirdiler, 20.000 işçi ömür boyu sakat kaldı, buna sebebiyet veren "yatırım
cenneti" sözcüleri ve resmi temsilcileri ne yaptılar? Bu
büyük trajedi hakkında elle tutulur, geniş ölçekli, kapsamlı idari, hukuki işlem (tüm kazalar için, ayırt
edilmeksizin) başlatıldı mı? Yoksa "sermaye kaçar" fobisiyle (genelde) üstü
mü kapatıldı, kapatılır kapatılmasına da
yara içte kalır ve kan kaybı zamana yayılır ve bir gün Taksim Meydanından, ya da başka bir yerden fışkırır,
şaşar kalırısınız! Ardından gelen duyarsızlıklar ülkeyi hiç tereddütsüz orta doğu cehennem manevrasında savaş
çığlıklarına kadar götürür ve tarihin en
karanlık dehlizlerinde gezinen Pentagon
patentli alt gruplarla kardeşi
kardeşe kırdırtan “mezhep” dansına kalkışırsanız eğer, ortaya çıkacak tablo siyah bir Malevich resminden fırlamış düzlem
olur. Adamlar, Bingazi olayını unutmaz, kaydına düşer ve
senin kimlerle “yoldaşlık” etmek istediğini ve onlara göre hangi “sorunlu”
sularda kulaçladığın kaydı düşülür Şi
Cinping-Obama’nın 3 günlük “yazlık evi” seferberliğine, ve başka garabet şeylerin habercisi olur, okuyan
okuyor bu üçlünün iç pazarlıklarını(Rusya-Amerika-Çin). CNN’deki “Şov Bitti” sözlerini birisi
çevirsin! Bu adam kılıklıların daha önceki sesleri ve “bizim çocuklar bu işi başardılar”
naralarını da unutmamak gerek(1980 darbesinden sonra C-I-A patronunun dile getirdiği veciz cümle). Türkiye’yi sarsan olayların ülke genelinde nasıl çözümlendiğini
üç beş aklı evvel gazeteci bozuntusuna yaptırarak toplum mühendisliğine kalkışırsın, yine
olmaz.
Bu gençler geleceklerini asfaltın alt katmanında neden
arasınlar ki? Canlarına mı susadılar ki 10-12 Bar’lık basınçlı suya, yağmur
gibi, insafsızca yağdırılan, türlü gaz bombalarına copa, sopaya sine siper etsinler? Kimse kimsenin hangi mezhep, hangi okul, hangi
sınıf, hangi dini –politik yönelimden geldiğine bile bakmıyor, olaylar zinciri
ve şiddet tercihi bu olguları önemsiz kılıyor.
Sosyalist Müslüman gençlik de var aralarında, baş örtülü vs de vardır, kaç dil bilen zehir gibi bir gençlik var
meydanlarda bu kez, diğer donamlı, bilinçli kardeşleriyle beraberler,
onları inkar eden, hakikati de inkar
eder. Çünkü onların da bu kahrolası yaşamdan
beklentileri var, aynı acıların içindeler, aynı kaygıların, aynı işsizliğin(büyük
kentlerdeki genç işsizlik oranları ortalama
%24’lere dayanmış, geniş tanımlı işsizlik oranı ise %16- kaynak:disk-ar) görmemezliklerin karanlık kuyularındalar.
Anadolu kentlerinin bir çoğunun kıyısı, iç sınırları, nehir
yatakları resmen tahrip edildi,
HES'ler hakkında tek kelimelik itiraz sesi, oracıkta boğuldu, havasını, suyunu,
çevre koşularını, geleceğini, yıkıcı,
yok edici HES projelerine karşı savunmak isteyen kırsal kesimde yaşayan
yurttaşlar türlü türlü özel sektör-otorite baskılarına maruz kaldılar. Karadeniz kıyı şeridindeki
sayısız akar nehir kıyısı yerleşim yeri çöl canavarlarına teslim edildi.
HES'lerin ana kurucu sermayesi ise hep yabancı şirketlerdi. Çelişkiler yumağı
ülkemizde bir taraftan elde ne varsa satılırken diğer yandan Taksim'in
göbeğindeki milli parkı önce AVM-Yerleşim noktası, sonra “sadece kışla” olmadı, bu kez “şehir müzesi”
ve bildik çelişkili açıklamalar, yer
yer yalan söylemler, inkar mekanizması işletiliyor, domino taşları bir türlü
yerli yerine oturmuyor, ardından sanki burası bir memluk ülkesi gibi “Taksim’e birde Cami yapacağız” sesi duyuluyor, ihtiyaç varsa elbet ki yapılsın, bu güne
kadar yurttaşların ihsanıyla ve
hayratıyla (Osmanlı Selatin Camileri
dışında kalanlar) yapılan bir ibadet yerine kim itiraz etti de, yeni yapılacak olana da etsinler? Yıllardan beri tüm iktidarlar bu olguyu bir tehdit dili olarak kullanıyorlar,
yazık değil mi? Hangi Osmanlı hanedan
üyesi Cami yapıtını halkın bir kesimini diğer kesimine karşı bir “söylem”
olarak kullandı? Hangi Cumhuriyet
döneminden yapılan Cami böyle propaganda nesnesi yapıldı? Bu ne görgüsüzlük böyle? Azcık “Deruni” ve
“Enderun” hikmeti barındıralım. Selçuklu-Osmanlı mimari
estetik anlayışı ve özgün mimarisine
dil çıkartan arabesk mimari anlayışımızdan vazgeçelim artık. Vedat Dalokay bu topraklardan çıktı, ama onu
efsane yapan yapıt ne yazık ki kendi ülkesinde değil, Pakistan’ın İslamabad
kentindedir ve hakikaten İslam’ı abad
eden o görkemli modern Camii’dir. Neden o kavrayış, anlayış kıyılarına yaklaşamayız bir türlü?
İşte sıradan gibi görünen bu küçük olgular ve ..., son 30 yılın birikimini
(darbe yılları dahil) ) yangını oracıkta tutuşturuyor ve son 30 yılın hiç
hesapta olmayan yığınları sokaklara sel gibi akıyor. Dünya şaşkın, bizimkiler hala
“komplo teorisi” , “iç-dış mihrakların”,”faiz lobilerinin” peşindeler, 1980
edebiyatına devam, bazı pratikler
teorisiz, ideolojisidir ve bir fırtına
hızıyla kapıya, pencereye çarpar, akıl
durur, duygular barikat olur ki birileri
için en tehlikeli olan da budur. Bunları
uyduracağınıza, 4500 üniversite
öğrencisine “paralı eğitime” karşı itiraz sesi çıkardılar diye dünyayı nasıl dar ettiğinizi düşünün. Tam gün yasası
kapsamında sadece İstanbul’un iki çok önemli Tıp fakültesinden 480 Prof.Dr.
unvanı taşıyan kıymetli bilim insanının, öğretim sürecinden el-etek çektirildiğini
düşünün. Ülke adına, bilim, araştırma adına kayıp değilse nedir? Ya gelir dağılımı uçurumu? Gittikçe daralan
ve boğulan alan? Asgari ücretin düşük
–yetersiz tutulması kime hizmettir? Geçerli rakamın 4 kişilik bir emekçi
ailesini geçindirecek seviyede mi?
Soruları, yanıtları, olumlu, olumsuz sayısızca sıralayabilirsiniz. Ekonomik ve
Sanayi gelişiminin ve hizmetlerin maliyeti biraz ağır fatura ediliyor, bu da
ister istemez toplumun ciddi bir kesimini olumsuz etkiliyor.
Sonra, 12 günlük ekonomik kaybı 1 Milyar Dolar olarak
hesaplayan yarı felçli, jöleli zihinler
var! Tek bir gözün, ölen 4 sivil ve bir
polis memuru ve bir kağıt toplayan küçücük çocuğun(hiçbir bildirimde adı
geçmiyor, Adana’da köprü ayağı çukuruna
düşen polis memuruyla beraber o da yaşamını yitirdi) darphane fiyatı ne beyim? Bu kadar ucuzsa eğer, göz bebeğinin birini o göz kaybı yaşayan
üniversite öğrencisine verin lütfen! 10 kişi tek gözünü kaybetti . 30 yıldır aynı gazeteci bozuntusu oyunları! Çünkü işin aslı astarı hiçbir zaman
tartışılmıyor, masaya yatırılmıyor. Bunca ağır bedeller kimin için veriliyor?
Ve ne uğruna? 80’ darbesinde 700.000
insan yerinden yurdundan oldu, onca ölüm, işkence, tarihin derinliğinden toplumu selamlayan politik semboller için değildi herhalde. 1980 darbe
yılları, saçma sapan seçim yasası granit taş gibi yerli yerindedir!
Darbenin kültür-politiği çökertilmedi ki, heyulanın ruhu sandığın,
toplumun üzerindedir! Ne inkar eden var
ne de değiştirmek isteyen, ama kime sorsan “darbe karşıtıdır”, maskaranın maskarası!
Daha belirgin ve açık istek ve talepler ne? Kişi veya politik partiden söz etmiyoruz,
Chomsky'nin dediği gibi "geleceği işgal etmekten" söz ediyoruz, hangi
gelecek ve hangi işgal?
İçtiğimiz suyun hesabını neden Sam amca kesintisiz tutuyor(Wikileaks belgeleri
ve ülke yöneticilerine dair en olmadık
bilgilerin Amerika’ya servis edilmesi).
Bu kepazeliklerden ne zaman kurtulacağız?
Eski sistemin duvara çarptığını o sistemin başkenti olan Amerika'da gün gibi
ortada, günlük yaşamına adım atar atmaz durumun felaket boyutunu oracıkta
kavrıyorsunuz, yeni liberal çark toplumun
bütün kesimlerini pas pas yapmış durumda. Elinde avucunda insani unsur olarak
ne kaldı ki onu takip edelim? "Paran varsa yaşa yoksa öl", diyen bir
zebaniler cennetini kimse olgu olarak bu saatten sonra sunamaz. Wall
Street işgalinin bittiğini düşünmek çok
büyük bir yanılgıdır, daha büyük dalgalara gebedir o toplum. “Şok Doktrini” kitabının yazarı Naomi Klein; Chomsky ve daha başka aydın ve düşünürün (aralarına katılan Negri dahil) düşünce fırtınası toplantılarının ana
konusu post kapitalizm dönemin nasıl işlerlik kazanılması alanındadır, ilginç ve tartışılması gereken
kavramlar, modeller, teoriler sunuluyor, o çevreler “ev ödevlerini” ihmal
etmiyorlar, çünkü çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu ülkelerinin her yerinde, her
alanında hissediyorlar artık( zamanımız olursa bu toplantıların sıkı bir
özetini defter okurlarıyla paylaşacağız, çünkü çok önemli başlıklar var bütün tartışmalarda).
Yapılacak şey şu an dünyayı kasıp kavuran ve ülkemizde de yerini son yıllarda
inanılmaz derece sağlamlaştıran şu Plutonomi sistemin bir biçimde tümden bertaraf edilmesidir, bütün
sınıfsal rezaletlerin müsebbibidir, başka da açıklaması yoktur.
(Plutonomi: Ekonomik büyümeye en zengin üst sınıf tarafından güç sağlanması ve
büyümenin yine bu sınıf tarafından tüketilmesini ifade eder. Plutonomi,
toplumun ekonomik büyümesinin zengin küçük bir azınlığın servetine bağımlı hale
gelmesidir).
Bunun için de şu an vitrinde at koşturan siyasal partilerin hiçbirisi bu karşı
duruşa gelmez, gelemezler. Onlar işin yüzeysel boyutunda ve günü gün etme,
gündem yaratma, rutin ve gündelik hizmet
sunumu döngüsündeler, bunca hata bu
yüzden işleniyor.
Ertuğrul Kürkçü meclise girdikten sonra ne dedi: "Kapı
gibi diplomatik pasaport var cebimde"! Güç böyle bir şeydir herhalde!
Ne şahane bir arabesk ama! Mahir
Çayan'ın kemikleri param parçadır yattığı pak toprakta!
Marks'ın bir zamanlar "Aslolan dünyayı yorumlamak değil onu değiştirmektir"
sözü de yetersizdir, çünkü bu "dünya", Plutonomi savunucuları pasifsize
edilmedikçe değişim sadece "change is good" gibi
başı boş bir serserinin adı olur. Son 30 yılda Türkiye’nin “dünya bankalarına”,
“trastlar-kartellere” ödediği “faiz-kur”
dengesiz terazinin bedeliyle iki Türkiye
daha kurulabilirdi. Bu saatten sonra kimsenin “faiz lobisi” gibi karmakarışık
bir terimle sitem etmeye, devenin yükünü boşaltmaya hakkı yok, Türkiye hala
İngiltere-Fransa-Almanya’nın tam 5 katı kadar faiz ödüyor! Bu paralar ülke
emeklisinin, işçisinin, memurunun aile bütçesine girseydi fena mı olurdu?
Daha insani, daha yüksek değerler, daha yaşanılır bir
yeryüzü tasavvuru gerçekten çok mu zor?
-değil!..
“-Söyle kardeş; “bilmece”yi düşünmeye tahammülüz yok”; (ama
bil ki) gerçekten dertli olanlar, sade ve
açık konuşurlar.”
Borges Defteri