Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Özge Dirik Anısına...



Emniyet Kayığı / Özge Dirik*

"yalnızca hüznünde anlıyorsun yüzümü,
ve arkasında çelimsiz, yitik bir kayık götürüyor,
kendine güvenen, güzel bir gemi..."


   Özge Dirik
* kaynak: "Kuzey Yıldızı"

 


Havva'nın Adem'ine İki Soru...// Ahmed Tusi



 
 
 
“Adem’den sorarlar: “geçen ömrün ve yaşadığın devranı göz önüne alırsak, en çok hangi dönem senin için iyi geçti?”

Dedi ki:

-        “ o ilk iki yüz yılık taş parçası üzerinde geçirdiğim başlangıç dönemim ve cennet ayrılığıyla durmadan ağladığım, iç çektiğim yıllardır”

Soruldu tekrar: “Neden ama o yıllar?”

Dedi ki:

-        “çünkü her gün seher vakti, fecri ati denilen zaman diliminde, Cebrail Melek bana gelirdi ve yaratıcının dilinden şunu fısıldardı bana “ Ey Adem, sızını ve hıçkırık seslerini duyuyorum, sesini hala seviyorum”.

YUSUF SÜRESİ TEFSİRİ
Ahmed Ebn Mohammad Ebn Zeyd-i Tusi
Arapça aslından çev: Poetic Mind

 
Böylesine harika bir yorum ve ses, günümüzü de açıklıyor aslında, Ademoğlunun yüreğinden ne yalnızlıklar, ne hıçkırıklar, ne yaralar ne de “dünya” hengamesi, haykırışı hiç eksilmedi, oysa  Cennet kadar güzel bir yerde sürgün edilmiştik, eşitsizliği, insanın insana karşı kurduğu dil, kıyımı, sınıf, ırk üstünlüğü burada yarattık. Bu Cehennem manevrası devranda sadece satrancın taşları değişir, oyun hep aynı kaldığı yerden devam eder! Yeryüzü ezelden beri Cehennem. Belki de Schopenhauer'in  Kempis'le hemfikir olduğu o "insan" kavramıdır yaratyığımız Cehenemmin ruh adresi:"Ne zaman insanların  arasına çıksam daha az insan olarak geri dönüyorum"... / Poetic Mind

 
Görsel Yapıt: Âdem ve Havva (1294/99 yılında İlhanlılar hakimiyeti altındaki Maraghe'da(İran) yazılan 'Manafi el-Hayavan 'kitabından)


Dülger...// Süha Tuğtepe




DÜLGERBALIĞI süpriz yumurtası gibiymiş. Eti sıyrıldığında, iskeletindeki kılçıklar arasında testereye, fıçıcı keserine, burguya, çekiçe, vidaya, eyeye benzeyenler varmış. Artık fıçıcı da kalmadığından, keserinin nasıl bir şey olduğunu bilemez, benim çocukluğumdan beri çocuklar...

 "Nimetle oynanmaz" diye babalar, vursa da çocukların ellerine, onlar yine de bulmak için bu ilginç kılçıkları, didikleyip dururlarmış sofrada zavallı dülgerleri.

 Marangoz aletleri gibi kılçıklarla, zembil gibi dolu içi yüzündenmiş, bu balığın adına dülger denmesinin nedeni. Eski zamanlarda da zaten dülger, maragoz demekmiş.

 Sudan çıkınca yalvarır gibi inleyerek, çok üzermiş avcısını.                                                       

 Bir de masalı varmış, halk arasında dilden dile dolaşan. Kahramanı papaz olsa da, müslümanlar bile anlatırlarmış, kıssadan hisse niyetine.       

Rivayete göre Aziz Petrus yakaladığı bir dülgerbalığını çekince sandalına, dayanamayıp yalvarmalarına, tuttuğu gibi inleyen balığı iki yanından iki parmağıyla, "Hadi, ailenin yanına git!" diye yeniden atıvermiş mavi sulara... İşte dülgerbalığının iki yanındaki yuvarlak ve siyah   lekeler, Aziz Petrus'un parmak izleriymiş.

Naklettiğim Karekin Deveciyan da ilginç bir adammış. "Balık!" de, kavağa bile çıkarmış. Türkçe’deki ilk balıklarla ilgili kitabı da o yazmış.

 

DÜLGER

Döktükçe etimi

çıkıyor içimden

sözcüklerin en dayanıklısı.

Didikledikçe etimi

suda parlayan dülger gibi

görüyorum iskeletimi.

 
Ne zaman tartsam

bir suterazisinde

dülger ile kendimi

tarak

kürek

leğen hissediyorum;

insanı işgal etmiş bir mezbele,

delikler açıp kaval kemiğine

sürüsüz bir çoban gibi

dolaştırıyor beni şehirlerde.
 

Dülger suya yakışıyor...

İnsan çevirdi çoktan yeryüzünü tersine.
 
Süha Tuğtepe


HEPİMİZ POST-MODERNİZ, HEPİMİZ JÜRİYİZ // Aytuna Tosunoğlu




Geçtiğimiz otuz yılın “entelektüel” ve akademik çevreler açısından dolaylı ya da dolaysız en fazla tartıştığı konu post-modernizm. Belki de kültürcülükten arınmanın yollarını bulmaya çalışırken kafamı gelip çarptığım köşe post-modernizm!

Post-modernizm açılımını yapmaya çalışırken zamanımızdaki herşeyin kültürel hale gelmesi ve dolayısıyla herkesin kendi kültür dünyasında yaşamasının veya kendi yaşam tarzını bir kültür dünyasına dönüştürülmesinin haklılaştırımı noktasına varıyoruz. Çünkü post-modernizm ilk ve herşeyden önce “kültürel hegamonya” çağını ifade ediyor. “Zamanımız kültür savaşlarının kıyasıya biçtiği uzamlar zamanıdır.”

Kendi yaşam tarzını bir kültür dünyasına dönüştürme çabası kişiyi mitsel değerler üretmeye ve ardından bunların adeta birer militan savunucusu haline getiriyor. Herşeyin yeniden üretildiği bir dünyada mitlerin saygınlık düzeyinin düşmesi de sözkonusudur, ancak bu yazımın kapsamaya çalıştığı alan dışında kalır. Burada amacım, kültür dediğimiz olgunun sanat eserini (Bir sinema filmini ve/veya kısa filmi) değerlendirme, ödüllendirme kavramlarına başka bir yerden bakmak olacak. Bunu yaparken davranış bilimlerinin unsurlarından faydalanacağım.

Herhangi bir film festivalini (kurumu, vakıfı vs.) eleştirmiyorum. Yine bir festivalin şu ana  kadar seçilen filmlerini irdelemek, üzerlerinden bir tartışma açmak gibi bir niyetim yok. Seçilen seçilmiş, ödüller –klişe söylemiyle- sahiplerini bulmuştur. Seçilmeyen –bunu kendine dert edindiyse eğer-  bir dahaki sefere şansını deneyecektir. Oysa, Elias Canetti “Gerek “başarı” umudu, gerek başarının kendisi insanın ufkunun daralmasına yol açar. Bir hedefe varma bilinciyle hareket eden, yol boyunca bu amaca hizmet etmeyen çok şeye safra gözüyle bakar. Yükünü hafifletmek için kendini onlardan kurtarır; attıklarının belki de kendisinin en iyi yanları olduğu ile ilgilenemez.” diyerek benim görüşümü özetleyivermiştir. Büyüteçle bakmaya çalışacağım yerde ödülleri alan, ödülleri veren değil, “seçme kavramı” duruyor. Bu da bizi “kültürcülük”le karşı karşıya bırakıyor.

Kültürü besleyen, ona hizmet eden unsurların açılımına hiç girmeden kültürcülük sözcüğünün iki farklı anlamına değinmeli; 1.) Geçmiş eserlerin bilgisi (ki geçmişin okunmasında seçilen eserlerin neye istinaden seçildiği tartışmaya açıktır; ben zamanın modasına uyulduğunu düşünüyorum), 2.) Düşünsel etkinlikler ve sanatsal yaratı olgusu.

Fransız ressam, taşbaskıcı ve yazar Jean Dubuffet, kültür sözcüğünün (belirtmek gerekir ki; onun “kültür”ü tarifi daha ziyade bir kültürcülük açıklamasıdır) bu çifte anlamlılığından yararlanıldığını öne sürüyor. Yani insanlar eski eserlerin bilgisiyle, düşüncenin yaratıcı etkinliğinin bir ve aynı şey olduğuna inandırılmaya çalışılmaktadır. Oysa aynı yolu hergün arşınlayan bizlerin bile yolda karşılaştıkları farklıdır, özeldir, biriciktir. Bu özelliği korumadığımız (ya da anlamakta ayak sürüdüğümüz) sürece kültürün dinin tuttuğu yeri almak üzere olduğunu (yoksa aldı bile mi?) iddia edebiliriz sanıyorum. Tıpkı din gibi şimdi onun da hacıları, hocaları, yetkililerden oluşan organları var (örneğin kültür bakanlıkları, sanat festivalleri, onun jürileri, jüri kadroları...) İcazet almak isteyen artık halkın önüne kırmızı halıdan yürüdükten sonra çıkıyor.

Üç ana şekil (üçgen, daire, dikdörtgen) arasında en sağlam, iyi yapılanmış ve hiyerarşik olan üçgen, yani dikey boyutta bir piramit, başta devlet, devamında onun organları (belediyeler, kuruluşlar) eliyle desteklenmiş kültüre biçim veriyor. Oysa yaratıcı düşünce sonsuzca çeşitlenmiş bir kaynaşma ortamında yani yatay boyutta çoğalma şeklinde sağlık ve güç kazanmaz mı? Bu çoğalma sürecinin önünde, büyük yetkili rütbesine çıkarılan ve üstün niteliklerine inandırmak için halkın kafası uyuşturulan birkaç “görev adamının/kadınının” yararlandığı toplumsal saygıdan daha kötü engel olmadığına inanıyorum. Bu yapılandan daha kısırlaştırıcı, sokaktaki insanı kendi hesabına düşünmekten caydırıcı, kendi yeteneklerine olan güvenini yitirici başka bir etkinlik var mıdır?

Estetik kaygıyı ve onu olumlamayı bir tarafta tutup, Stuart Sutherland’in yardımıyla “iyi”yi seçme konumunda kaldığımız zaman – bir film festivali jürisinde yer aldığımızı varsayalım - davranışlarımızda belirebilecek “irrasyonel” tutumlara bakalım:

·         Neyin rasyonel bir karar olacağı kişinin bilgisine bağlıdır. Kişi, bilgisinin yetersiz olduğunu düşünüyorsa daha fazla kanıt araması rasyonel bir davranıştır. Böyle durumlarda yalnızca mevcut kanılarımızı destekleyecek kanıtlar aradığımızdan, genellikle büsbütün irrasyonel davranabiliriz.

·         Seçimimizin rasyonel olması için, ortak amacın herkesin çelişkiye düşmeden izleyebileceği bir amaç olması gerekir. Öte yandan, bir amaç, ancak daha üstün bir amaca göre gerekçelendirilebilir; “Kişi olması gerekeni olan üzerinden anlayamaz. Pascal’ın dediği gibi, “Kalbin, aklın bilmediği amaçları vardır. Dolayısıyla doğaları gereği, gerekçelendirilmelerini mümkün kılacak daha yüce bir amaç var olmadığından nihai amaçları gerekçelendirebilmek mümkün değildir.”

·         Pek çok kişi zaman darlığı çekmemelerine rağmen kötü seçimlerde bulunabilirler, bunun nedeni ilgili tüm etkenleri hesaba katmamalarıdır. Önemsiz kararlara fazla kafa patlatmamak akıllıca olabilir. Ancak, bir grup festival jürisinin alacağı her kararı orada bulunuş amaçlarının dışına taşıyıp “önemsizdir” dememiz mümkün değildir.

·         Aynı anda yalnızca az sayıda fikri aklımızda tutabildiğimizden, karmaşık kararlar alırken ilgili tüm etkenleri bir araya getiremeyebiliriz. Bu sorunu aşmanın bir yolu kağıt kalem kullanıp, bir sinema filminin “artıları”, “eksileri” üzerine listeler oluşturmaktır. Peki ama artılar ve eksiler neye göre belirlenecektir? Bir sanat yapıtını ön plana çıkartmayı hedeflediğimizde (film festivallerinin amacı budur) kriterler nasıl oluşturulur? Tarafsızlığımız aynı zamanda rasyonelliğimiz demek olmuyor.

·         Pek çok kuruluşun/organizasyonun üyelerinin bencil tavırlarını yüreklendirecek şekilde yapılanmış olmasından dolayı seçme işlevini yerine getirmede başarı gösteremeyebiliriz. Üyelerin bencil olmasını ahlaki açıdan doğru kabul edemesek de irrasyonel değildir.

·         İnsanların genellikle kendilerini rahatlatmak ve mutlu olmak adına gerçeğe dair fikirlerini sıkça çarpıtması durumu vardır. Dolayısıyla seçtiğimiz bir şeyin en iyisi olacağına inanır ya da bir özelliğini olduğundan daha iyi sanabiliriz. Bu tür düşünme evrenseldir.

 

Şimdi biraz daha derine doğru kazmamız gerek; “bulunabilirlik hatası”nın (availability error) ne anlama geldiğini, bulunabilirlik hatasından kaynaklanan hatalı yargılara dair bir örnek üzerinden ele alalım: Bir araştırmada deneklere, bazıları uydurma, bazıları da ünlü erkek ve kadın isimlerinden oluşan bir liste okunmuş. Her listede kişilerin hem isimleri hem de soyadları bulunmaktaymış ve deneklerin, erkek isimlerinin mi kadın isimlerinin mi daha fazla olduğuna karar vermeleri istenmiş. Listedeki tüm erkekler Winston Chruchill ya da John Kennedy gibi ünlü kişilerse ve kadınlar da pek tanınmıyorsa, denekler erkeklerin sayısının daha fazla olduğunu, tersine, kadınlar ünlü erkekler de tanınmayan kişiler olduğunda da kadınların sayısının daha fazla olduğunu düşünmüşler. Önemli kişilerin isimleri, tanınmayan kişilerin isimlerinden daha etkili olmuş (daha bulunabilir) ve yargılar, kadın ve erkeklerin asıl dağılımından ziyade bu unsuru esas almış.

 

Bir şeyi “bulunabilir” kılan, sunulmuş malzemenin bulunabilir olduğuna işaret etmesidir. Öte yanda, güçlü hisler uyandıran, dramatik, zihinde görüntüler canlandıran ve soyuttan ziyade somut şeylerin de “bulunabilir” olabileceği gibi bir durum var. 

 

Sık sık, “ilk izlenim önemlidir” deriz. Bu deyiş, “bulunabilirlik hatası” ile çelişkili görünüyor. Zira bulunabilirlik hatası akılda en çok kalan ve en önemli şeyin son gerçekleşen olay olduğunu öne sürmektedir. İlk izlenimlerin önemine dair bazı kanıtları incelemeye çalışalım: Amerika Birleşik Devletleri’nde, sosyal psikolojinin öncüsü Solomon Asch tarafından ilk defa gerçekleştirilen bir deneye göre deneyci, deneklerden, tanımlayıcı altı sıfattan oluşan bir listeye dayanarak bir kişiyi değerlendirmelerini ister. Örneğin deneklere, kişinin: Akıllı, çalışkan, fevri, eleştirel, inatçı, kıskanç olduğu söylenir. Diğer deneklere de aynı sözcükler verilir, ancak sıralama farklıdır: Kıskanç, inatçı, eleştirel, fevri, çalışkan, akıllı. Sonra tüm deneklerden kişiyi değerlendirmek için bir form doldurmaları istenir. Kişinin mutluluk ya da sosyallik gibi birtakım özelliklerini belirtmeleri gerekiyordur. İlk, yani olumlu sıfatlarla başlayan listeyi alan denekler, kötüleyici sözcüklerle başlayan listenin verildiği deneklere kıyasla çok daha olumlu değerlendirmeler yaparlar. Bu etkiye –önceki öğelerden, sonrakilerden çok daha fazla etkilenmeye- “öncelik hatası” (primacy error) denir. 

 

Bu ve diğer deneyler, kanıların ilk izlenimlerle oluştuğunu öne sürmektedir, sonraki kanıtlar da bu kanılar ışığında değerlendirilmektedir. Ancak, öncelik hatası ile sonra gerçekleşmenin bulunabilirlik üzerindeki etkisi arasında bir çelişki bulunmamaktadır. Anladığımız kadarıyla öncelik hatası alakalı bir malzeme verildiğinde, sonra gelen malzemenin önceki malzemeye göre yorumlanmasıdır. Öte yandan, sonralık etkisi, malzeme alakalı değilse gerçekleşmektedir. Bu durumda, en son duyduğumuz ya da gördüğümüz şeyden etkilenmeye eğilimliyizdir.

 

Kaynaklar “hale etkisi”nin (halo effect) bulunabilirlik hatası ile bağlantılı olduğunu söylüyor. Birinin belirgin (bulunabilir) iyi bir özelliği varsa, insanların kişinin diğer özelliklerini de aslında olduklarından daha iyi değerlendirmesi muhtemeldir. Bu arada, “şeytan etkisi” (devil effect) diye adlandırılan tersi bir etki daha vardır. “Görünüşünden hoşlanmadım.” Bu cümle, geçmişte bir film jürisinde yer alan bir üye tarafından söylenmiş. Diğer taraftan hayatının bir yerinde bir kurula katılmış herkes şu cümleyi duymuştur; “Böyle yapamayız, örnek teşkil eder”. Bu ifade tamamen irrasyoneldir, aslında. Bahsi geçen hareket, ya mantıklıdır ya da değildir. Mantıklıysa öyle yapmak iyi örnek teşkil edecektir, değilse zaten yapılmaması gerekir. O halde örnek teşkil edip etmemek konuyla ilgisizdir.

 

Buraya kadar rasyonaliteye dayalı bir seçim yapma durumunda olduğumuzda nasıl davranabileceğimizi sosyal psikoloji yardımıyla görmeye çalıştım. Ortaya çıkabilen irrasyonaliteler bir hata değil bir olgu (fact) olarak yer aldılar. Dikkati çekmeye çalıştığım nokta; sinema jürisine seçilmiş/davet edilmiş kişilerin yukarıda değinilen noktalardan en az birine düşme ihtimallerinin olduğudur. Kaldı ki rasyonel yaklaşımı kullanarak ve onun netleşmeyen alanlarından geçerek (hale etkisi, bulunabilirlik hatası, şeytan etkisi...) bir sinema filmine “en iyisidir” nasıl denir?

 

Film festivalleri mutlaka olmalıdır. Amatör ruhla ya da para kazanmak için çekilmiş bir sürü filmin (ister iki dakikalık olsun, ister yüz yirmi) beyaz perde ile buluşması bu festivaller aracılığı ile gerçekleşiyor. Türkiye’de irili ufaklı yirmi adet sinema festivali düzenleniyor. Her festivalin bir (ya da birkaç) “güzelini” seçmek yerine imkanlar ölçüsünde filmleri göstermek kültürcülüğe hizmet etmeyecektir düşüncesindeyim. Ödül adı altında dağıtılan para ya da malzeme kur’a çekmek yoluyla verilebilir. Film çekmenin büyüsüne bir kez kapılmış sanatçı “havadan gelen” bu parayı yeni bir film çekmek için harcayacaktır, nasılsa. (Ya da festivalde gösterilen filminin çekimi sırasında yaptığı borçları ödemek için kullanacaktır).
Sonuçta şimdilerde sanatın tarifini yaparken içimizin kurumasına neden, sanatın bir tür festival kültürü polislerinin hizmetinde bir aygıttan başka birşey olmadığı fikri değilse nedir? Ya da; Hamlet’in dediği gibi İyi veya kötü diye bir şey yoktur, ama düşüncelerimiz öyle yapar, bizim de özetimizdir.

Aytuna Tosunoğlu

Yazar, Sinemacı


Bir Arayışın Notları [ I ] // Hür Yumer




“Yazının bir ahlakı vardır”

Hür Yumer’in gidişinden sonra(1994), öykülerini topladığı “AHDIMVAR” öykü kitabı  1995 yılında yayınlandı, oysa kitap çok önceden  hazırdı,   Hür dosyayı yaşarken  kitap formatında hazırlar, kitap , ölümünden sonra basılarak raflarda yer alır. 1996 yılında “AHDIMVAR” kitabı Cevdet Kudret Öykü Ödülünü alır! O yıllarda hiç kimse bu ödülün ne anlam ifade ettiği üzerine pek düşünmedi, tek sözcük bile edilmedi, ödülü ailesi adına herhangi  bir kimse  de almadı, kitabı basan yayınevi sahibi  doğal olarak Hür Yumer adına ödülü alır.  Her zamanki gibi ve de ödül törenleri  alışkanlığı ve sıradanlığıyla  gerçekleştirilen, geçiştirilen   ruhsuz konuşmalar  yapılır o akşam,  törende Selim İleri,  Cevdet Kudret’in  dünyasına odaklanır, Hür Yumer için pek kelam edilmez (edemezlerdi çünkü  soluk aldığı sürelerde onlar Hür'e, Hür ise onlara çok, çok uzak bir yerlerdeydi, kendi dünyasına, inzivasına, yalnızlığına sığınmıştı, büyük iddialar, ödüller ona göre  hiç değildi, “seçim” hakkı denilmeli mi? Elinizde olmadığı sürece birileri sizin adınıza “ödül” verir  ama suskunlukları verdikleri ödülün reddi olduğunu unuturlar…).  Zaman işte, bazen ve bazı kimseler söz konusu olduğunda hiç aşınmıyor.

Hür Yumer'in kaleminden “Bir Arayışın Notları”nı defter okurlarına sunuyoruz...
Arşivden okura... bölümler biçiminde sunacağız. / B.D

 

Bir Arayışın Notları…

I.

İyi  İnsan,-bence-kendini hayata kaptırandır. Örnekleri olmasaydı  bu sözü söyleyemezdim.

Sözcükler de kendilerini dağıtıp toplarlar. Ama insanlar gibi değil. Bir tümcede bütün bir hayatı okuduğunuz, yanılsamasına kapıldığınızda, o tümcenin bir yerinden , ya da o tümcenin  çağrıştırdıklarının içinde yaşıyorsunuzdur artık. Bazen öteki  tümceye geçmeyi bile gereksiz bulursunuz. O kadarı yeter size. Ama merak edersiniz işte. İyi yazar kendini değil hep kendinden öncekileri, kendinden sonrakileri merak ettirir.  Ya da kendini onlarla nasıl silebildiğini gösterir.

Yazı nefes alan bir dokudur. Ritim budur. Yazıda en güç şey başka biri gibi nefes almaktır. Sözcükleri öteki nefesler seçtirir size. Bulunmuş bir sözcüğün sırıtması bundandır. Yapaylık kendini gizlerse yazı kötü olur. Nefes, yalancıktan başka birinin nefesiymiş gibi yaparsa, yazı okunmaz. Sözcükler sıradanlaşır. Mesele, herkes gibi, herkes kadar, ancak farklı seslenmektir. Mucize denen şey sıradanlıktır. Yazarın kişisel sıradanlığı.

Üç cümle yazabilmek için üç sokak gezmek gerekmiyor. Ama bir iki sokakta tökezlemek kesinlikle gerekiyor. Hele sokaklar, yarattığınız, kendi sokaklarınızsa.

Bu çağın en büyük sorunlarından biri, sıradan insanın, kendini , silah tüccarlarıyla, milyarderlerle, erişilmez düzenbazlarla, dedikodusunu yaptığı mayalarla, eşit görmesi, kendi basit hayatında, adeta onların çıkarları doğrultusunda düşünerek onlara öykünmesidir. Bu noktaya maalesef gelinmiştir. Yoksul, ancak, başkaldıran insanın ahlakıdır yitirilen. Ben para gücünün küçümsendiği bir dünyada yaşamak istiyorum. Ben insana yakışan bir soyluluk arıyorum.

Müsrifleri severim. Sıkıldıkları için tüketirler. İhtiyaçları olmadığı için harcarlar, kendileri dahil.

İnsan, dönüp dolaşıp kendini anlattığını anlar. Ama dönüp dolaşıp. Eğer dönüp dolaşamıyorsunuz, yolculuklarını sahte düşlerinden başka hiçbir şey anlatamazsınız. Kendi dünyanız bir zindan gibi karşınıza dikilir.

Her sanatçının kendine göre bir dürüstlüğü vardır. Ama bu dürüstlüğü yitirebildiği ölçüde yaratır. İşin güçlüklerinden biri, yaratı biterken, baştaki dürüstlüğü yakalamaktır. Çehov gibi.


1+4 Şiir: Şérko Békes / Çev. Poetic Mind




I.

Burada:

Dağ: şair,

Ağaç: kalem,

Ova: kağıt,

Nehir: satır,

Taş: noktadır,

Ve ben: ünlem işaretiyim!

 
II.

Anımsa
 
Kuş eğer uçsaydı

Sadece mavi gökyüzü için değil,

Çeşme coşsaydı

Sadece nehre varmak için değil,

Ağacın gölgesi

Sadece dalları, yaprakları için değil,

At eğer koşuyorsa

Sadece kırbaç korkusundan değil,

Rüzgar eğer esiyorsa

Sadece orman raksı için değil,

Ve eğer sen, benim şiirlerimi okuyorsan

Sadece Şérko Békes adı için değil.

 

III.

Konuk

 
Yağmuru evime davet ettim,

Geldi, kaldı

Bir dal bıraktı ve gitti.

Güneşi evime davet ettim,

Geldi, kaldı,

Bir ayna bıraktı gitti.

Ağacı evime davet ettim,

Geldi, kaldı

Yeşil bir tarak bıraktı gitti.

Seni evime davet ettim,

yeryüzünün en güzel kadını, seni,

ve geldin,

ve benimleydin,

dönüş zamanı

aynayı, tarağı, çiçeği aldın götürdün

ve benim için

güzel bir şiir bıraktın,
beni tamamladın.

 

IV.

Piyano

Ansızın,

Yeryüzü şairlerinin ruh kırlangıçları

havalandılar,

dönüp dolaştılar,

usulca yere kondular,

ve bir kutuya bakarak huzur buldular,

bugün o kutuya Piyano diyoruz.

 

V.

İşaretsiz

Gökyüzünün gözleri önünde

Bulutu,

Bulutun gözleri önünde

Rüzgarı,

Rüzgarın gözleri önünde

Yağmuru,

Yağmurun gözleri önünde toprağı çaldılar,

Sonunda tüm gözlerin önünde,

iki gören gözü diri diri gömdüler

hırsızı gören o gözleri!..

 

Şiirler: Şérko Békes
Çeviri: Poetic Mind; / Çeviri Kolektifi(borges defteri)

 

 

 


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***