Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Etno-Kültürel Alan..// Argos Ahıska





İçinde çırpındığımız "tarihsel rehavet dönemi"(düşünce alanından söz ediyorum) dediğimiz şey az çok bellidir, konuyla ilintili olarak ve gelişen sorulara yanıt aramak geçmişte olduğu gibi bu günlerde de önemini koruyor, bu alandaki bireysel çabalardan asla söz etmeyeceğim, özellikle etmeyeceğim çünkü konu gereksizc dallanır budaklanır. Yoksa bende, sizde, bir çok kimsede, Dede Korkut'un Oğuznamesi'nde Deli Dumru'dan korkarak güvercin olan nice Azrailler biliriz.
Korkuyu-Kaygıyı gidip önce Kierkegaard' an öğreneceğime yani başımda duran bir yığın kaynağı önce okumam gerekir. Uzun asırlara yayılan rehavet dediğim şey aslında fikir bazında uzun süren kış uykusudur, bizim yerimize başkalarının bir başkaları adına rüya görmesi gibi. Arada şöyle bir silkeleyenler çıkıyor, sonra çabuk unutuyoruz çünkü düşünerek "var olmayı" seçmek ağır geliyor, bunca sefahat, rahat, hazırı havada bulma tekniği varken üstelik. Ben konuyu Batı öbeğinden değil, buradan "Doğunun Kalbinden" irdelenmesinden yanayım. Benimkisi bir öz eleştiridir, hem kendime karşı hem bu duyarsızlıkları büyüten, çoğaltanlara karşı. Bütün bir felsefe tarihi, birikimi kocaman yalandır diyemediğim içindir bütün bu iç sızlanmalarım, zihinsel kederlerim.
Derdimi açık yazacağım ve bir örnekvereceğim, konunun genel ağırlığı ve genişliğini gözetleyerek, fazla zamanınızı almayacağım.
Bir ara buradaki arkadaşların bir kısmıyla ortak kimi düzlemlerde eş zamanlı çalışmalarımız oldu, bölgenin birikimiyle ilintili derli toplu bakış deneyimi de diyebiliriz.
Şu an o birikimlere baktığımda bir dil meselesi çıkyor karşımıza, sadece Türkçe konuşan halkların felsefi birikimine odaklandığımızda önümüze çok uzun bir yapıt listesi çıkıyor. Mitolojiden- söylencelerden tutun Asyatik düşünce biçimi, Bilinmezcilik, Bilim felsefesi, Değişim modelleri, Despotik devlet, Devlet, Ehli Hakikat, Etno-kültürel alan, Evrensel Akıl ve...gibi bildik bilmedik bir yığın düşünce birikimin ciddi ciddi elemekleri çıkıyor karşımıza, evet çıkıyor ve de ordalar, sonra ne oluyor?
O rehavet dediğim "şey durumu" var ya, geliyor öyle bir noktada kendini hem hiç hissettirmeden tekrar gösteriyor, bizler yani siz, hepimiz bir tarihsel boşluktan seslenmek zorunda kalıyoruz. Ağır, aksak.

Bir küçük örnek sorunu ve anlatmak istediğimi açıklığa kavuşturur:
Osmanlı tarih yazılımı sorununu ele alalım.
Bir çok tarihçimizin önerileri geliyor aklıma, "Osmanlı Tarihi Asya Tipi Üretim tarzının hakim olduğu bir dünya imparatorluğu olduğu için, kapitalist dünya ekonomisi içinde periferi durumuna geçişi anlatacak şekilde yazılmalıdır" (referans olarak "dünya perspektif tezi adlı kocaman I.uluslararası Tarih kongresi kitabı-1993 ve Keyder'le beraber Huri İslamoğlunun Osmanlı Tarihi üzerine yaptıkları araştırma ve önermelerini içeren yazıları spontane aklıma gelen bir yığın örnekten örneklerdir) .
Şimdi bakın şapkayı nasıl ters giydiğimize dair ve bizim şu "hicivli günlere" taş çıkartacak maskaralıklar nerde başlıyor:
Osmanlı tarihi denildi, tarih tezi sunuluyor-sunuldu, sonra?
"Sonrası" yok: Sonrasını Althusser getirecek: "Üretim Tarzı" kavramını, sunduğumuz yazılarda, yerli yerine oturtmamız için illa Althusser imdada yetişecek, sonra o da yetmez zavallının öğrencisi Balıbar devreye girecek ve daha dün kaleme alınan yazılarla bizim tarihimiz açıklanacak yanı 1972 yıllarında Balıbar'ın kaleme aldığı yazılarla. Yetti mi sizce bütün bunlar? Haşa hiç olur mu?
Merkezi-Periferi ayrımını A.G Frank'tan, " Dünya İmparatorluğu" ,"dünya ekonomisi" ve "mini sistemler" deyişlerini İ. Wallerstein' den, yani dünkü çocuktan(1974) , alıyorlar. Sonra buyurun Osmanlı Tarih yazımı önermelerine!
Budur işte o rehavet! Dostumun çok hoşuma giden bir ifadesi var sanırım Sanatçının Atölyesi dergisinde yazmıştı,"özgüven duygusundan kendimizi yoksun bırakmak", evet, bütün bu kem kümlerden benim kalbimde bir sızı kalıyor: tutup kendi tarihini bile mevcut çelişkilerinde bütünselleştirememenin acısı.
Şimdi, neyi anımsadım, onun hakkını vermeden geçemeyeceğim, bilenler gerçi iyi bilirler.
Ya şair Süha Tuğtepe gibi "arınmak kolay değil bu ülkede" diyeceğiz, ya da
yine onun şiirindeki gibi:





" Kandırın beni yine!
hadi kandırın!
Aşağılık duygunuz, tabiatla savaşınız, sevişmeniz, çoğalmanız.. .
Betonlarınız, demirleriniz, boklarınız!
Hadi her şey insan için deyin! Hayvan olayım önünüzde!
Kürküne aptal yüzlerin kahrolduğu tüylü bir hayvan!
Öldürün beni
Hadi öldürün
Ağzınıza sıçayım".
"Serinlikserinlik
azcık açın çevremi".


Argos a.


Estetik Harikası Makinemiz..(Suriye için..) // Leon Felipe




Kocaman bi makine yaptık
çarklarında şiir var
biraz hikaye
az sinema
resim de var hatta
ve hepsi şimdi
savaşı işaret ediyor
uzun ya da kısa ama savaş
ciddi bir şey, dedik makineye;
savaş mı gerçekten bahsettiğin?
dişlerini gösterdi bize, çarklarının arasından yağlı kanlar fışkırttı
yüzümüzü yıkamak için evlerimize gittik
ne emekle yaptığımız estetik harikası makinemiz
bize kan kusturmaya talipti
anladık. Sustuk. Konuşmadan biri-birimizle
ağır balyozlar, çekiçler, canavarlarla giriştik
makine savaşı anlatan şiirlerini yazmak
resimleri yapmak, filmini çekmek için
hırlayarak karşı koydu ellerimize.
Makineyi susturduk. Paramparça ettik tüm organlarını
Yaktık sonra ve evimize döndük.
Uzaktan top sesleri gelirken
ben kalemi aldığımda elime yazmak için baharın gelişini
müjdeleyen esrik şiirimi
çocuk cesetleri yerlerde dizili, babalar ölü
analar kan içindeymiş.

Leon Felipe


Yalpalanmalar..// Fatma Aydoğdu














More borges defteri



"Bakın" derdim, bunlar benim olmadıklarımdır,
-sakladıklarımdan kimseye söz etmeden-
Bunlar
derdim
-baksanız da göremezsiniz -
olduğumu sanmadıklarınız :
Belki inceltilmiş bir kalbin ağırlığı,
belki ciğer parası
kilidi kayıp sandıklarda unuttuğunuz.."-
Mavir An

Genç kuşak şairlerimizden "Mavir An"(Fatma Aydoğdu) defterin e*mag konuğu oldu, bir iç yolculuktan geriye kalan mavi kelimeler ve dizelerdir okuduklarımız.Sırtını ağırlaştıran şiir kanadının öznel gölgesidir "Yalpalanmalar".Defter e*mag no II'yi bir dakikadan az bir sürede e-book okuyucunuz veya asrşivinize indirebilirsiniz.

Link:

(Yalpalanmalar) Download By MediaFire 250 kbps-1MB


Cehennem Gerek ..// Enis En









Uzun ve yorucu ama bir o kadar zevkli ve verimli bir Nietzsche(tüm yapıtları) okuma sürecinden sonra , tek bir cümle çıktı dilimden : “Dünya mı? Cehennem gerek..”! Küçük okuma notlarımın bir ucuna silik bir kalemle not düşerek oracıkta uykuya daldım. O gece rüyamda Wagner’i gördüm uzaktan bir fotoğrafı gösteriyordu, belli belirsiz, sonra oldukça absürt bir ses her yeri kaplıyordu: “ne o saçların kırık kırık mı görünüyor? Dert etme ..marka şampuan kullan, düzelir”! Hiçbir şeyin düzeleceği yok bay Wagner, her şey sil baştan yeniden başlıyor benim için, içinde, içimde dehşet bir cehennemle beraber, sonra Andre Malraux çöküyor duvarın dibine ve “ işte fotoğrafta gördüğün adam Marx’la beraber 20. Yüzyılın düşünce temel taşlarını oluşturan kimsedir, dikkatli bak yüzüne” dedi ve çekti gitti. Uyandım mı? Hayır! Hepimiz hala derin uykudayız, uyanmamız hiç bir zaman istenmedi, uyanmamamız için her şey yapılıyor. Olsun, yinede hem Marx hem Nietzsche, hem tüm divane Sufiler, ötekiler, ötekileştirilenler bizimdir, bizdendir, bizdedir.. Nietzsche’nin kendisi ise yaşadığı zaman diliminde, yazdıklarının anlaşılıp anlaşılmadığı sorusu karşısında : “ Bu sorunun zamanı değil, daha çok erken, bazı kimseler ölümlerinden çok sonra doğarlar, yaşamı ve eğitim sorununu benim algıladığım gibi algılamaya daha çok var, belki tek bir yapıtım için, örneğin “Zerdüşt böyle buyurdu” için üniversitelerde kürsüler kurulacak” diye yazar. İşte insanoğlunun daha dün adım attığı üçüncü bin yılın eşiğinden onun ortaya attığı sorularını ve yanıtlarını bir kez daha düşünmek zorundadır bunun için hala çok geçerli nedenler var. “Neden ama?” diye bir soru gelirse şunu söyleyebilirim. Nietzsche politik alanı hep çok hakir-alçak bir alan olarak gördü. Kendisi bu alandaki görüşlerini mükemmel biçimde sıralar: “ Yeryüzündeki hiçbir politik anlayış ve hiçbir devlet veya politik düzen, hak, hakikat veya felsefeden, kültürden, marifet ve bilimden yana olmadı, her devlet ve politik düzen, güç erki öyle bir politik kültürden, öyle bir marifetten yanadır ki amaçlarının izleğinde olsun, onun çıkarlarına hizmet etsin” , sonra ilginç bir dileğini dile getirir: “keşke tüm devletler filozofları kendi hallerine bıraksalar… güç erkinin hizmetindeki bir düşünür ya da filozof iktidardaki sınıfın sözcüsü olur, onların hizmetinde düşünceler üretir ki bu da artık felsefenin felsefe, filozofun filozof olmaktan çıktığı andır”. Politik gidişat hakkındaki en ilginç görüşü ise şu sözlerde özetlenir: “Bir toplumda eğer sıradan halk günlük politik gidişata kilitleniyorsa ve ondan söz ediyorlarsa, bu şunu gösteriyor ki politikacılar işlerini düzgün yapmıyorlar! İyi yönetilen bir toplumda ve politik düzenin düzgün çalıştığı bir yerde herkse kendi alanıyla içten ve olduğu gibi ilgilenme hakkı doğar ve yaşam kalitesi dahil, maddi, manevi ne varsa tüm alanlarda yükselişe geçer, toplum ve bireyler olağan ve doğal akıştan saparak günlük politik çekişmelerde kaybolmaz, boğulmaz.” Sanırım burada Nietzsche ile Platon aynı düşünceyi paylaşıyorlar, çünkü Platon da benzer bir sonuca varır: “Herkes kendi işine bakmalı..”. Nietzsche, içinde yaşadığı toplumu derinden eleştirdi durdu, o sözlerin çoğu bugünkü toplumlar ve insanlığın gidişatı için önemlidir. Makineleştirilen yaşamlar ve duygu, yaratıcılık yoksunu bir gidişat karşısındaki tıkanıklıklar. Onun o can alıcı sorusu karşısında yanıtımız nedir: “ gücün şer eksenli olmasına rağmen, hanginiz ondan vazgeçebilirsiniz?
Nietzsche’nin etkisi sadece felsefi akımlarla sınırlı değil, Psikiyatri alnında Jung ve Frued’u da derinden etkiler. Edebiyata olan etkisi ise tartışılmazdır. Varoluşçuluğun temel taşında ne kadar etkinse, bugün belirli çevreler onu Postmodern düşünür olarak görmeyi tercih ediyorlar ki tartışılmaya oldukça açık bir çıkarsamadır. Nietzsche ve postmodernizm ilişkisini ilk dile getirenlerden birisi Foucault’dır. “Kelimeler ve Şeyler” kitabında şöyle der: “ Bize burada, aynı anda hem vaat, hem de görev olan geleceği sunan Nietzsche, çağdaş felsefenin düşünmeye oradan başlayabileceği eşiği dikkat çeker; bu gelecek, kuşkusuz, felsefenin üzerine uzun zaman sarkmaya devam edecektir.” Foucault’ın bu görüşü tartışılmalı, çünkü Nietzsche hiçbir zamam kapsayıcı ve bütüncül bir soykütükçü kurama sahip olmadı, hatta onun sistematik tarih yazımı yöntemi bile sıkı bir irdelenmeye gereksinim duyar.
Nietzsche’nin en büyük katkısı yapıtlarını kaleme aldığı Almanca dili olmuştur.
Onun tüm yapıtları bugüne kadar birçok akademik çalışmaya konu olurken, her çalışma, her yazı ve onun çevresinde kaleme alınan tüm yazılar(dünyanın hemen hemen bütün dillerindeki üretimlerden söz ediyorum, ama ne yazık ki en az üretim yapılan dillerden biri de Türkçemizdir) yeni açılımlara sürüklüyor okurları. Tıpkı Zerdüşt’ün ilk bölümündeki o son konuşmanın nasıl da güneşin huzurunda yapıldığı gibi. Güneşin mutluluğuna duyduğu heyecan aslında iç cehennem yolculuğuna karşı duyulan heyecanın da ip ucunu aktarır, kendi bilgeliğini paramparça ederek başka bir varlığa bağlılığını bildirir. Zekanın nasılda ölümcül bir tehlike olduğu varsayımını işaretler. Onun önce kendisi, sonra sıkı okurunun çevresinde ördüğü ağ işte o sözünü ettiği “üç düşünür bir örümcek” eder denklemine eşittir: “ her felsefe tarikatında üç düşünür birbirlerini sırayla ilişki içinde izlerler: birincisi kendi bünyesinden özsuyunu ve tohumunu üretir, ikincisi bundan ipler eğirir ve yapay bir ağ örer, üçüncüsü de bu ağın üstünde, buraya düşecek kurbanları bekler- ve felsefeyle sürdürmeye çalışır geçimini.”

Enis En

Fotoğrafla ilgili kısa not: Nietzsche'nin hasta yatağında ve ölümünden çok kısa süre önce çekilmiş fotoğrafını bir dostum gönderdi. İşte bu fotoğraf tüm algımı, okumalarımı alt-üst etmeye yetti. Bakışındaki gizemi, içine kapanışı ve çevresindeki tüm nesnelere vedası! Ve Cehennemle o şahane buluşması, üstelik 7000 yıllık birikime meydana okurcasına bunu yapmak. (e.e)


Art & Revulotion..








Art & Revolution- Sanat ve Devrim














Kitabın içeriğinde en dikkat çekici yazılar Rus devriminin önde gelen isimlerinden ve aslında Lenin sonrası dönem için düşünülen tek isim olarak da bilinen Troçki’nin müthiş açılımlara işaret eden sanat yazılarıdır. Bu yazıların muhtemeldir ki hiçbirisi dilmize aktarılmadı, burada bildik politik düzlemde düşünen-yazan Troçki’den ziyade, dönemin sanat sorunlarıyla inanılmaz biçimde derinlemesine karşı karşıya kalan bir Troçki’den söz ediyoruz. Bazı yazıların altında “Büyük Ada-İstanbul” notu göze çarpıyor! Acaba o dönem Çağdaş Türk sanatıyla ve sanatçılarıyla bir diyalogu ve fikir-düşünce alış verişi var mıydı? Pek bilinmiyor. Ama gönül isterdi ki onun gibi bir zekanın düşünce izdüşümü dönemin ve buradaki sanat diline de hakim olsaydı. Bildiğimiz gibi Troçki sadece resim sanatının sorunlarıyla değil çok sıkı bir edebiyat eleştirmeni idi, ta ki Stalin’in cellatlarına (Meksika’da bulunduğu sırada) kurban gidinceye kadar.Celien’in “Gecenin Ucuna Yolculuk” yapıtı için bugüne kadar kaleme alınmış en güzel eleştiri yazısını da yazar. Sürrealizmin manifestosunu kaleme alan Andre Breton’la beraber dönemin en uç sanatsal bildirilerine imza atan Troçki’nin söz konusu sanat açılımlı yazılarından bir kısmını ileriki zaman diliminde defterde okuyacağız. / Borges Defteri/.


Dumanı Üstünde Şiirler ..// Fatih Yavuz ÇİÇEK








“Duman”; Berna Olgaç'ın son yayımlanan şiir kitabının adı. Kuşkusuz her şair kitabına isim seçerken kendisine ilham veren bir zaman diliminden, unutamadığı bir olaydan, herhangi bir nesne ya da ruhuyla özdeşleştirdiği başka bir argümandan yararlanır.


Şair her ne kadar "duman" başlıklı şiirin girişine "bu şiire ve kitabın adına vesile olduğu için Halil Sezai'ye" notunu düşmüş olsa da Olgaç'ın, Mühür dergisinin 2007 yılında yayımlanmış olan 12'inci sayısında şiire bakışını açıklarken söylediklerini hatırlayıp "duman"ın ipuçlarını sanki ta o günlerde vermiş diye düşünmeden edemiyorsunuz.

"Günün saatlerinde doğan her şey, gerçekliğe varan her yol dikkatlice incelenen nesneler, eskimiş yüzeylere dokunan eller, ayak izleri, insanın teriyle, dumanıyla, dokusuyla yaşattığı varlığını ispata koyulduğu tüm saflığı ile düşleriyle, vuruşuyla, uyanışıyla yaşattığı aşkla, nefretle bağlandığı hayatın kesitlerinde saklı olan şiiri; hiçbir zaman ölçülememiş derinliklere dalış ve özgün bütünlük içinde bir görkemlilik olarak algılıyorum."


Birçok ithaf yer alıyor

Duman'ı okumaya başladığımızda şiirlerin bir ithaflar zinciri kurduğu görüyoruz. Her şiirin başında yer alan ithaf, o şiirin bileşkesini aydınlatacak bir tür şifre çözücü gibi kullanılmış. Şairlerin genellikle iç dünyasında yalnız olduğu yaygın bir görüş olsa da gerçekte şair hayata herkesten daha fazla dahil olan, yaşamı herkesten farklı görendir. Nitekim "kendime" ithafıyla başlayan ve "pes etmeyenlere" ithafıyla biten ilk bölümdeki dizelerde nesnel gerçekliğin yani dış dünyanın insan bilincine yansıyan bireysel ve toplumsal yaşam pratikleri dokunaklı, lirik bir kadın sesiyle birlikte harmanlanarak şiire dönüşmüş.

"Şimdi tüm pencerelerim açık/zamanın kapalı beklentilerine"
"Ölüm canlanırsa insanın içinde/yaşamaya kurşunlanır"
"yenilgiler bitebilir dedi kadın/ömrünü dul bırakan yağmurlar dinebilir
"esaslı sevmelerin vaktidir/uzun soluklu adamlar bu bir seçim değil!/kadınlara incelebilmenin mânâsı/birini düşünebilmenin rengidir"
"evet ben de o karanfile eğimliyim/senden alıp bir başkasına.../içimdeki ağırlığı yalnızca sen bil diye/yepyeni alanlara kapadım gözlerine" diyerek bir ustayı, Edip Cansever'i de hatırlatır okuruna.

Şair 'duman'da ithaflar zinciri kuruyor demiştik. Kitabın tamamı 'Masal'a ve 'Baba'ya ithaf edilmiş ki baba kült bir imge olarak kimi zaman yüce bir dağdır, kimi zamanda gölgesinden güç alınan ulu bir çınar. Kitabın ikinci bölümünü "Babam İçin Notlar" başlığında topladığı şiirlere ayıran Berna Olgaç, dizelerinde ölüm ve yitişin geri döndürülemezliğini kabullenirken, babanın yeri doldurulamayacak boşluğunu, eksik kalan yanlarımızın dayanılmaz sancılarını, matemi duyumsatarak hatırlatmış.

"âh! Görünmeyenim/ses vermeyenim/kurduğum dünyanın eksik mimarı..."

"belleğimiz hiç uyumadı/sonsuz yolculuğunda/kardeşim yazgısını/annem ruhundaki çatlağı onaramadı daha/bense rotasını maziye gömmüş/ağır bir yük gemisiyim olsa olsa..."

"inandıklarımı geri getir/bir giz gibi duran ürkekliğimle/daha çok yaklaşalım tanrıya"

Ragıp Paşa "eğer maksut eserse mısra-i berceste kâfidir" der. Bu cümleden hareketle; "duman" okunduğunda altı çizilecek dizeleriyle bu sözü doğrular nitelikte bir şiir kitabıdır dersek, yanılmayız.



Sözümüzü şairin "gecenin şerbetini içenlere" diyerek ithaf ettiği "hesap" başlıklı şiirinden kısa bir alıntıyla bitirelim.

"dünyanın mürekkebiyle yaz sendeki beni
tüm açıklığını dilenerek
yüzümü avuçlarına alarak yaz
gizli soruları unutup
yanıtlarını mızrak gibi saplarken yüreğine
takvimleri zorlayan sabrına yaz"

Fatih Yavuz ÇİÇEK


Sorunun Ufku..// Ela Dincer




( “durdurulamayacak bir söz” bağla diline. dünyayı ayağa kaldıracak ‘o’ suçu düşünmekten düşen aklı çözülerek aklasın. yorsun. hep yeniden söyleyen, hep yeniden başlayan olsun, olacak olan. akışsın sen: kimseye ait olmayan aş’kın aitlik…)

//
bak!
içinde kurt ulumaları. şeytan tırnakları.
cadı kazanları…
şenlik alanısın işte, dişlerin sivri
ısırıp kopar, geç git dışarından. dışarı-n evcilleştiriyor.
sindiremiyorsun: arzu, kanırtılmış
telaş, yırtık
korku, organsız
sen, o etten ormanda vahşi
şimdiden bozuyorsun biçimi, cenin halinde

söyle
kim çözebilir bilmenin sessizliğini
dağılmaya hazır değiller
bugünün durgun sözlerine inanıyorlar
aşk ve aşkın değiller bak dokunmak için tini tenden süzemiyorlar
susarak öpemiyorlar bir ağzı
sabit ve büyük boşluğun sınırında, öyle duruyorlar
sen, sorunun ufkunda…

oradasın
yarat ve yık! düşlerin sivri…
sen değil misin d’okunan
değişimi taşıyan incelikte, iplerle
ilksiz ve sonsuz

ama
önce şelaleler unutkan, sonra sessizlik, aldatıcı.
b’akıyor musun oralara!
tepetaklak edemiyorlar şimdiki zaman uçurumlarını. hayır.

hayır. silinişi çoğaltmalıydılar akışın sonsuzluğunda.
çözülerek aklanmalıydılar, sonsuzluğun aklı olmalıydılar.
şenlik alanlarından, dışarılardan
akan suyun yatağından
kaynağını öper gibi aşkın
hep bir ilk adımla
böyle geçilebilirdi

bilmeliydiler?



Ela Dincer


UNDERGROUND POETIX #11




Bazı şeyler uçmak isteyenler için,

underground poetix ise çoktan uçmuş olanlar için

içerikten kısa seçme: aids edebiyatının dipleri/// basketbol günlükleri, spoken word ve JIM CARROLL/// amerikan sokak şiirinin devi Jack Micheline/// gerçekbir “yeraltı” şairi: morrison’dan bukowski’ye: Steve Richmond /// KAPAK: MUMMIA ABU JAMAL /// viyana aksiyoneri: Otto Mühl /// Jim Jarmusch /// Fela Kuti /// Dylan /// Up Against the Wall Motherfucker /// Blues Estetiği Amiri Baraka /// Avangard ve Kitsch /// Beksinski /// Sidney Sokak Çatışmaları /// Hipster Manifesto ///

SUPER MAZOŞİST: BOB FLANAGAN

UNDERGROUND POETIX: Defterin şiddetle önereceği dergidir ...ama sizler yine de tüm edebiyat dergilerine ki büyük emeklerle yayınlanıyorlar lütfen destek verin..algıda seçicilik değil, harflerin rengi diyoruz.


Cehennemde Konser..// R.Yunan / Çev. Poetic Mind






I.

Geriye bir şey kalmaz
avcıların öyküsünden :karşısındaki ölü bir ördekten başka!..
acı vericidir
ama önemli bir şey değil
bırak ne istiyorlarsa söylesinler
iyi, kötü
öyküler yazılmalı
ama unutma
sen insanca yaşayacaksın
yeryüzü garip bir yerdir
burada
ateş eden kim olursa
ilk önce o ölür!..

II.

Ayna; yük taşıyıcıların elinden yere düştü
Ve aynada saklı yüzün paramparça oldu
Gözlerini, karşı komşunun kızı aldı ve kaçtı
Ve biz,
seni taşınırken kaybettik.




III.

Bu dünya orta yerinden başlayan bir film gibidir,
Birisi öldürür,
birisi ölür
Birisi satar,
birisi alır
Birisi gider,
birisi gelir.



Rasul Yunan
ÇEV. POETIC MIND & B.D


BORGES DEFTERİ


KOMA PROVASI, NYC ’98 / Enis Batur




Yağmur şehrin sarı ışıklarını tarıyor.
Su birikintilerinde sayısız küçük telaş,
Alkol gövdemde dipsiz bir kaydırak alanı
Kurmuş, diyorum ki taksi şoförüne: İnanın
bilmiyorum: Nereye gidebilirim. Derin,
sıcak bir kahkaha patlıyor önde, Odessa’dan
bir yıl önce gelmiş Little Odessa’ya,bir göz oda
vermişler, sabah kahvaltı geceyarısı çorba
ve bir tür haşlama, günde iki paket sigara, bir de
haftada bir eve teflon izni-en fazla beş dakika.
Tırmanıyoruz Birinci Cadde’den yukarılara doğru.
Cehennem Mutfağı’nda, bir lambanın altında
Üç-dört köçek büzüşmüş, müşteri kolluyorlar.
Makyajı akmış birinin, öbürü bir ölüm maskesinin
Altına sinmiş, ötekiler gölgede kaybolmuşlar,
Bir ten kavgası ki kim neden ister hiç anlamam.
Ben de, diyor şoförüm. Biraz önce uzattığım yirmi
Dolar onu iyicene rahatlatmış. Gerekirse kuzeyin
dibini görebiliriz o parayla, madem ki vakit
Yağmur, coğrafyalardan sert ve tavizsiz gecenin
Ortasındayız: İstesek en ağır suçu işleriz
Şimdi burada- o kadar kan bekliyor içimde
Yaylanıyor oysa araba, rengarenk vitrinlerin
Yanından su saçarak uçuşa geçiyor. Şoförüm
Kararlı: Öleceksek, bir paylaşım azabı gerek
Bize, ölmeyeceksek neden yaşıyoruz bilsek.
Benim zamanım bitti dostum, diyorum, ana
dilimden dikkatli birkaç kelime seçiyorum
bunun için. Anlıyor oyunumu, koyu bir slav
aksanıyla cümleleri yutuyor peşpeşe. Gece
ne kadar büyük bir çökelek. Alkol ne kadar
kalıcı bir buhar. Bir yirmi dolarım daha var,
diyorum: Bana uzun bir yol bul, seç.



Enis Batur



Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***