Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Chris Marker'ın Ardından...// Borges Defteri




Doğal bir gidiş, tıpkı  o gidişin oluşturduğu hüzün gibi. Kimseye benzemeyen birisi ve hiç kimsenin  oluşan kocaman boşluğu dolduracak niyetinin olmaması. Hatta kendisinin bile! Yaşam yoklamasına sırtını çeviren ve varlığını bilinçlice geri püsküreten Chris Marker yok artık. Cennet  ve Cinnet Sinema toprağı bol olsun. Sanat yaşamı boyunca elinden geldiğince tüm söyleşi taleplerini ve ricalarını  nazikce geri çevirdi. 10 yıl boyunca takma adla üretti, doğum yerini bile kimse bilmiyordu.Hoş şimdi bilsek ne çıkar? Yaptığı filmlerin ekrana gelmesinin önünde en üyük engel kendisi idi, bundan pek hoşlanmıyordu. Fotoğrafının çekilmesini bile hoş karşılamıyordu. " Meşhur ve bilinen bir kimse olmak istemiyor musun?"- Hayır! Peki Godard gibi her yerde fotoğraflarının yayınlanmasına  ne dersin? Bak işte ne çok biliniyor, ne çok tanınıyor Godard. -"Bundan bana ne!".  Sonunda bir sanat dergisi ondan bir fotoğrafını rica eder, o ise güzel kedisinin veya evinde beslediği baykuşunun (kendisinin değil) fotoğrafını  dergiye göndermeyi ihmal etmez! Kendi dışında yaşayan kaç insan biliriz? Marker buna çok güzel bir örnekti.  Tıpkı kendi dilinden: " bazen bir kediye, bazen bir baykuş, bazen tarihin ortak paydası bir varlığa, bazen Siberia'nın uzak bir noktasına, bazen uzak asırların öykü anlatıcısına dönüşüyorum". 
"Benim kişisel bilgilerimin,  filmlerimi izleyenlerin açısından ne önemi var? Yaptığım filmler yeterlidir" diye soruyor ve yanıtlıyordu. 1960'lı yılların sineması ve özellikle Fransız yeni kuşak yönetmenlerin görkemli çıkışı arasında onun yeri hep ayrıcalıklı kaldı, kendine özgü bir boşluk duygusu yarattı o kuşak arasında. Dünyayı, sinemayı kurtarmak "derdinde" değildi. 
"Sanatsal üretim yaratım süreci, dışarıya yolculuktur, içten dışarıya doğru, bir göç yoludur, "ben" kavramından çıkıştır, ama hangi "ben"? Kimden söz ediyoruz?" (Chris Marker).
Onun için, yol, yolculuk ve yarattığı filmler boşuna  ve beyhudece birbrine geçmiş labirentler değildi. Belki de bütün bunlardan dolayı bazı filmlerinin sonunda kendi adını hiç görmüyoruz, okumuyoruz, okuyamıyoruz, çünkü: YOK! "Ne gerek var" diyordu.
Ve işte böylesine "harika" bir insan yeryüzünü terk etti.
Bazı belgesel yapımlarında tüm sesler birbirine karışır, filmin başrolünü üstlenen, yönetmen ve anlatıcının sesi aynıydı! Klasik çıkışlar zerre kadar umurunda değildi. Kendi kuralları vardı. Cılız olanaklar, yokluk sınırındaki maddi imkanlar ve en sıradan kameralarla sinema tarihine  ve yedinci sanat belleğine silinmez izler bıraktı. Selefsiz bir kimsenin geleceği işte şu andır, şimdidir, burasıdır, heryerdir, her andır.
Allen Ginsberg'e bir soru gelir:"Fransız sinemasından kimi seversin?", verdiği yanıtta "Chris Marker demez, Chris "magic" Marker" olarak yanıtlar. Ginsberg'e katılmamak mümkün mü?

BORGES DEFTERİ


Gece..//Zhuangzi/ çev.Poetic Mind



Çin'li Filozof  Zhuangzi'den bir şiir(ilk kez Türkçede)..

Gece

Bir gece rüyamda kelebek olduğumu gördüm,
çiçekten çiçekten uçuyordum,
Zhuangzi olduğumdan habersizdim,
ansızın uykudan  uyandım
ve yine Zhuangzi oldum!
Ama işin gerçeğini hala bilmiyorum:
uyku gören ve kelebeğe dönüşen Zhuangzi miydi?
yoksa
uyku gören ve Zhuangzi'ye dönüşen bir kelebek miydi?


Zhuangzi
Çev. Poetic Mind


ZER İLE ZOR ARASINDA (1)..//Dücane Cündioğlu


ZER İLE ZOR ARASINDA (I)

-Sanat ve Muhafazakarlık-
Sanatın varlık nedeni tahayyül. Çünkü insan hayal edebildiği için sanat var. Ne garip değil mi, akledebildiği için değil. Tıpkı gerçeklik gibi, aklın da sınırları var. Bilimin de. Oysa tahayyülün sınırları yok. İster istemez sanatın da.

Sınırlarının olmaması elbette sorumsuzluğundan, keyfiliğinden, naifliğinden değil, bilakis ciddiyetinden, adanmışlığından, göklere doğru düşünmek suretiyle değil hissetmek suretiyle kanatlanmasından.
Descartes’ın düşlerini aktarırken, Muhayyile, bilgeliğin tohumlarına çiçek açtırır” der peder Baillet. Ne kadar haklı! Hep uçmak, gönlünce havalanmak ister muhayyile. Yaklaşabileceği bütün sınırları aşmak, ve daha yukarıya, daha yukarıya yükselmek ister.

Muhafazakar sanat olmaz bu yüzden! Başka bir nedenden dolayı değil, sanatın özü gereği olmaz. Eğer kelimelerin haysiyetini korumakta ısrar edeceksek, açıkça ifade etmekten niçin çekinelim: Sanatın değil sadece, sanatçının da muhafazakarı olmaz! Çünkü tahayyülün, korunması zorunlu sınırları olmaz!

* * *

Tahayyül, bir başka deyişle abartı, sanatın en temel ilkesi. Bireysel özgürlüğün teminatı. İnsan olmanın sınırlarını genişleten yegane güç. Dünyaya düşene, yani kendisini, belirlenmiş olanın, doğal ve toplumsal yasaların, bitmez tükenmez sınırların ve dahi gerçeğin tam da ortasında bulana, kısaca insana nefes alma olanağı bağışlayan biricik vasıta.

Yasa, Düzen, Dizge, Ahlak.... bu kurumların, özleri gereği belirsizliğe tahammülleri yoktur. Belirsizliğe, yani tahayyüle. Hayalin alıp başını gitmesine. Gönlünce kanatlanıp uçmasına. Sırf bu gerekçeyle, düşünce gücü kadar düşleme gücü de denetim altına alınmak istenir. Vasata uygun olup olmadığı sürekli gözönünde tutulmaya çalışılır.

Sanatın en başından itibaren yasayla, düzenle, genel ahlakla, hatta toplumla başının belada olmasının en temel nedeni bu serazadlığı değilse nedir? Elden bir şey gelmez. Tahayyül dizginlenemez. Sınırlanamaz. Muhafaza edilemez.

* * *

Düşünürlerin ve sanatçıların değişmez yazgısı: bir yanlarında zer (altın), bir yanlarında zor (iktidar) ile yaşamak, ve fakat nadiren. Çoğu zamansa, zer’e ve zor’a rağmen yaşamak.

Zavallı sanat! Düşünce ve Bilim, sanatta “gerçeğe ve akla uygunluk” arar, bulamazsa hezeyan der, türrehat der, dudak büker önemsemez. Hukuk, “yasalara uygunluk” arar, bulamazsa, suçlu ilan eder ve hınçla cezalandırır. Toplum ise sanatta “genel ahlaka uygunluk” arar, bulamazsa, dışlar, itibarsızlaştırır, gözden uzak tutmaya çalışır. Yıkıcı görür onu.

Haklıdır. Sanatın yıkıcı yanı, uyumsuz olan yanıdır. Uygun olan, hep bir şeye uygun olandır. Münasip ve mutabık olandır, dolayısıyla makbul ve muteber olan. Ölçüsü nedir bu kabul ve itibarın? Gerçekliğe uygun olması. Yani akla, yarara, çıkara, yasaya. Toplumsal olanın çıkarı genel olandadır: düzende ve dizgede. Sağlam ve sürekli olanda. Katılık ve kalınlık şanından olanda.

* * *

Din dilinde hukuksal dizge ve düzenin karşılığıdır Şeriat; haddin ve hududun. Sınırların. Fıkıh (Hukuk) da bu sınırları tayin eden bilimin adı. Vasat ve itidalin kaynağı hukuktur. Yasa. Töre. Bu yasanın öğretildiği yer ise medrese. Kenan diyarından Sina çölüne. Normatif aklın yurdu. Kural koyucu aklın. Toplumsal uyumun kaynağı. Düzenin. Dizgenin. Kuralların. Standartların. Müdahale edicidir bu yüzden. Erildir. Her şeyi belirginleştirmek ve kesinleştirmek ister. Kategoriler içinde düşünür. Muğlak ve mübhem olanı sevmez. Meçhul olandan nefret eder. Hele abes? Saçma? Absürd? Duymak bile istemez. Haklıdır. Var olma nedeniyle uyumludur. Özünün gereği budur çünkü. Asfaltta çiçek yetişmez!

Peki ya tekkeler?

Tekke... uyumsuzluğun yurdu. Bir bakıma (görünür) uyumsuzluklar içindeki (görünmez) uyumun. Farklı olanın. Karşıtlığın. İkna olanın değil, ol(a)mayanın. Sağlam ve sabit ve sarsılmaz olanın değil, bilakis sallantıda olanın. Tereddütte kalanın. Endişe duyanın. Karar veremeyenin.

Naz ehlinin mabedidir tekke. İtiraz ehlinin. Eşiği eleştiri. Zemini karşıtlık. İhtilaf havası, suyu. Gözü ise yukarılarda, ta yıldızlarda... Zer de umurunda değildir dervişlerin, zor da. Muhayyilesinin peşinde, yıldızların üstünde, Rahman’ın hemen yanıbaşında. Ayaklarının dibinde. Yasa geçerli değildir onlar için, ünsiyetten pay almışlardır, korku ve heybetten değil. Hz. Davud gibi raksa mütemayil tabiatlarıyla kendi eksenleri üzerinde döner her biri. Evrense onların çevrelerinde.

* * *

Niçin Rahim olanın değil de Rahman olanın yanıbaşındadırlar?

Rahim’in merhameti sadece müminlerle sınırlı iken, Rahman’ın merhameti bütün varlığı içine alır da ondan. Rahim olan, kendine inananlara ihsan eder, Rahman olansa inanan-inanmayan bütün kullarına. Rahim’in rahmeti sonuca yöneliktir. Rahman’ın rahmeti başlangıca. Rahim, cennet ehliyle yetinir. Rahman cehennem ehlini de, arafta kalanları da kucaklar.

Sanat, ilkinin değil ikincisinin şefkatini umanların marifeti. Uyumsuzların. Bağırıp çığıranların. Gürültü çıkaranların. İtiraz edenlerin. İnanmakta, kabul etmekte, uyum sağlamakta zorluk çekenlerin. Tutunamayanların.

Sanatçılar dervişlerin kardeşleridir, sıradışıdırlar. Şatahatları (yasadışı sözleri) çoktur, kabahatleri de, kusurları da. Topluma, toplumsala uyum sağlamakta zorluk çekerler. Düzene. Dizgeye. Vasata.

Medrese, tarih boyunca tekkenin serazadlığından rahatsız olmuştur. Özü gereği. Çünkü medrese, kuralları öğretir, o kurallara riayet edilip edilmediğini denetleyecek olanları yetiştirir. Toplumsallığın, düzen ve yasanın teminatı hukuk ve siyasettir.

Tekke ise medresenin bu kural koyuculuğundan rahatsızdır. Yine özü gereği. Bütün yaşamı denetim altına alma hırsından bizar olur. Emirlerinden ve yasaklarından. Kadılarından ve kadızadelerinden.

Evsizlerin düşüdür tekke. Yurtsuzların. Kovulanların. Hizaya gelmeyenlerin. Ayar vurulamayanların. Aklın ve gerçeğin kendilerinden talep ettiği uyumu bir türlü gösteremeyenlerin. Dişildir. Narin ve kırılgandır. İseviyet tezahür eder her yanından.

Birinde ilim hükümfermadır, diğerinde irfan. İlim maluma tabidir. Muhatabının kusurlarına diker gözlerini. Tartışmak değil, ne yapıp edip sonuca bağlamak ister. İrfan ise mazerete bakar, muhatabının kusurlarını görmez. Tanışmak, el sıkışmak ister. Olduğu gibi görür, olduğu gibi kabul eder. Dışlamaz. İtmez. Suçlamaz. Sınırı yoktur. Saf müsamahadır. İstese de hor görmez. Çünkü hor olanı görmez.

İki uç, iki kutup, iki taraf. Artı-eksi gibiler. Biraraya gelmez görünürler. Zahire bakmamalı, toplulukların ihtilafına aldanmamalı. Birliği topluluklarda değil, toplumun bütününde görmeli.

* * *

Sanat tekkede tezahür eder. Arasokaklarda. Kaldırım kenarlarında. Abes olanın, muğlak ve meçhul olanın sinesinde. Tahayyülün zirvesinde. Zer’le zor’la olmaz bu yüzden.

İstediğiniz kadar yığın altınları ayaklarının dibine, dilerseniz korkutun, sıraya sokun, hizaya getirin, ayar verin, zer’le zor’la yüksek sanatın o nazlı yüzünü görmeyi asla başaramazsınız.

Bu işin esası tesamuhtur. Her halukarda müsamaha. Hoşgörü yani. Musa’nın şeriatıyla olmaz, Hızır’ın irfanına başvurmalı. Ama önce yediuyuyanları uyandırmalı.

Adalet ve merhameti, adına saray denilen o heybetli, o cesim, o korkunç binalarda arayanların vay haline! Adalet ve merhameti halkın vicdanında aramak zorundayız. Vicdanımızda. Meydanlarda değil, kaldırım kenarlarında. Sessizce. İçin için. İki damla gözyaşıyla. Rahim’in değil, Rahman’ın nazarını celbetmek için.

Sanatın mabedinde. Yani gönüllerimizde, ama asla yüreklerimizde değil. İhtiyacımız olan şey cesaret değil, tevazu.

Süleyman’ın asasına değil, Davud’un neşidelerine ihtiyaç duymalıyız.

Kudret yumruğunu ikide bir karşıtlarımızın masasına indirmek yerine, bazen sıfatsız, vasıfsız, suretsiz görünmeyi de öğrenmeliyiz. Fetihten sonra zemine inip toprağa yüz sürmeyi bilmeliyiz. Toprağa, yani herkesi herkese eşit kılan vicdanın zeminine.

İlim o devasa yolların, metroların bitmesini ister. O kocaman kulelerin, betonların, duvarların tamamlanmasını ister. Hizmet etmek ister. Sonucu görmek ister. Hakkıdır elbet. Amacını yüceltmek ve gerçekleştirmek zorundadır. Lakin irfan da ne yapsın, çaresizdir, çoklarına zahiren lüzumsuz gibi görünen kimi ayrıntıların peşinden koşmak zorundadır. Çünkü irfan açısından değerli olan yüksek kuleler dikmek değil, insanı tanımaktır, insanımızı. Ayrıntı deyip de geçmemeli, irfan’ın ayrıntısı insandır. Sanatın ve ilhamın.

İnsanın en büyük eseri kendisidir, eğer anlamını bilirse. Bir devlet adamı için de öyle olmalı. Kendisine ne kadar kızılırsa kızılsın, ne kadar nefret edilirse edilsin, yine de saygı duyulmalı. Dostlarınca değil, bilakis düşmanlarınca.

Secdeye değen sadece alın olmamalı bu yüzden, kalb de sahibiyle birlikte eğilmeyi öğrenmeli.

* * *

Muhafazakar Sanat, varolan değil, varolması istenen (emrolunan) bir sanat tarzının adı. Kendisi yok ama şimdiden bir manifestosu bile var. Çok yazık! Zer de yanında artık, zor da. Farklılıklara tahammülsüz bu yüzden. Karşıt görmek istemiyor.

Halka, geçmişe, geleneğe, değerlere uygunluk bekliyor. Toplum adına toplulukları horluyor. Çokluk ve çoğunluk adına. Seçkinlik tafralarına müsamaha göstermiyor. Alt tarafı entellektüel gevezelikler, bohem havaları, dandy ucuzlukları, dégénéré tavırlar, monden şımarıklıklar...

Sanatçı, muhayyilesinin, yani kendisinin, zatının, özünün peşinden koştuğu sürece, sanat sıradışı, toplumdışı, hatta yasadışı olmaktan kaçınamaz. Muhayyilesinin, yani dizginlenmesi ve denetlenmesi imkansız olanın.

Hukuk’la, Ahlak’la, İktidar’la karşı karşıya gelmeden varolmayı beceremez sanat. Hallerinden şikayet edenlerin canları cehenneme! Huzurla yansınlar.

* * *

Kimse yeni anacaddeler açtığı iddiasıyla bu ülkenin arasokaklarını kapatma hakkını kendinde bulamaz! Bulmamalıdır. Bulamamalıdır.

Cumhuriyetin kurucu kadroları Şeb-i Arus törenlerini özelleştirdi de n’oldu? O garibler yıllarca kendi gönül aynalarının üzerinde raksettiler.

Birer bina zannettikleri sözümona tekkelerin kapılarına kocaman demir kilitler asıldı diye, başı kendiyle belada olan dervişler öylece susup neşideler söylemekten vaz mı geçtiler? Asla! Bilakis bazen kırlarda, bazen kuytu kuşelerde, bazen de anacaddelerin ortasında, hem de zabtiyelerin gözü önünde, için için zikrettiler.

Yüksek sesle “Hakk!” dediler.

Lakin ham ervah öncesini duymadı.

Ene’yi. Ben’i. İnsan’ı.

Dücane Cündioğlu


"Düşünceden daha karmaşık bir zevk yoktur.." // Borges



Dünyanın, bir kesin karşılıklar dizgesi olmasını içeren kavramı, Ölümsüzleri çok etkilemiştir. İlkin bu kavram onları acımaya karşı duyarsız kılmıştır. Nehrin kıyısında, tarlaları delik-deşik eden eski taş ocaklarından söz etmiştim, bir seferinde, bir adam bunlardan en derinine kafa üstü düştü: yaralanıp ölemezdi ama susuzluktan da yanıp durdu; birileri ona bir ip atana dek, yetmiş yıl geçti. Ne de kendi alınyazıları onları ilgilendiriyordu. Beden, onlar için, her şeye boyun eğen bir evcil hayvandı; ona, ayda bir, birkaç saatlik uyku süresi tanımak, biraz su ve bir parça et vermek, yeterliydi. Kimse bizi dünyadan el-etek çekmişlik konumuna indirgemesin. Düşünceden daha karmaşık bir zevk yoktur; biz de kendimizi ona teslim ettik..” – JORGE LUIS BORGES



JOSEPH KOSUTH’UN SEÇİMİ..yerleştirmeden detay.


“Evlerine Sadece 10 Km Kalmıştı..” // Borges Defteri



“Evlerine Sadece 10 Km Kalmıştı..”





Bu bir film , roman ya da öykünün adı değil, bir şiir dizesi de değil.  Günlük bir gazetenin hafızasına kazınmış cümledir..Şair Enis Batur bir zamanlar “edebiyat olmasa da olur” demişti(farklı bir çıkış ve oluşumun ilk nüvelerinde dile getirdiği bambaşka bir konuyla ilintili). Evet, okuduğumuz başlıktan sonra edebiyat olmasa da olur diyoruz! 2012 yılının başlangıcından bu yana Yetmiş kişiden fazla “İşçi-Emekçi” ya iş kazaları ya da böylesine kesif bir devran kesitine kurban gittiler. Bir zamanlar Tuzla tersanesi sessizce yutuyordu o pak canları, konuyu ilk elden gidip yerinde araştıran ve toplumun belleğine kazandıran kişi akademisiysen-sosyolog Dr. Dicle Koğacıoğlu idi( bu güzel insanın hazin yaşam öyküsü de tıpkı o acılarını, ızdıraplarını dile getirdiği insanlardan farklı olmadı, elim ve canhıraş öyküsü hala ruhumuzun derinliğinde: ilgilisi için defter arşivinde bulunan onun o yüce anısına ithaf yazımızı okuyabilirler: “'Gördüğüm düşler..Kuyu ve Sarkaç"..Dicle Koğacıoğlu Anısına..// Borges Defteri(ilgili link: http://borgesdefteri.blogspot.com/search?q=tuzla+tersanesi


“Tarih’in ağırlığını, oluşun yükünü ve miadı dolmuş ya da muhtemel olayların külliyatını ve boşunalığını göz önünde bulundurduğu zaman bilincin karşısında boyun eğidiği o bezginliği hissetmek” ten söz eder Cioran. İşte dün haber bültenlerine konan 13 insanımızın Ağrı kentine tam 10 km kala bir başka bilgisizliğin yarattığı faciaya kurban gitmeleri(aralarında İstanbul’da işçi olarak çalışan va Ramazan ayı dolayısıyla memleketlerine dönmek isteyen 3’ü çocuk 10 işçinin hazin öyküsü..) insanda bu türden bir bezginliği tetikliyor. “Mukavelesiz acılar” işte tam da budur. Ruhun ağırlaşması ve acının ta insan iliğine işlemesidir. Yangından geriye kalan yıkıntı gibi oluyor gördüğün , dokunduğun her şey. Unutkan hafıza zaten ertesi gün her şeyi unutuyor, hızlı dönen postmodernin yıkıcı çarkı “evvela var olan sözün ahengiyle” ilgilidir, ıska geçilmiş yaşamların öyküsü kuramı bağlamaz. Ona göre her şey eskidir, eskimiştir, “önce başkaları için, sonra kendiniz için talep ettiğiniz insani yaşam koşulları” faslı da ona göre modernin “inhiraf” açısıdır. Varsın tüm işçi kazaları tutanaklarından sızan tütsü kokuları hüsranımıza yazılsın..


Ve Ey Ağrı
Ey efsane kokan madde
‘her zaman biraz hüzün
Adına yakışır bildim değil mi?
Tutkulardan sonra başlayan
İsimsiz sızılar kalbimde
Camların ardındaki kantaşlarını yontuyor
En can havli çığlıkla’


13 çığlık ve bir kentin efsanesi yine hakikatin kalbini deşiyor.


James Joyce’un dediği gibi: “- Siyah giyinmişsiniz, bakıyorum. Yok mu başka?”
-Yok, bayım. Yok sevgili James Joyce.


BORGES DEFTERİ














Krzysztof Kiéslowski’in yaptığı kahve ..// Juliette Binoche / Çev. P.M



Krzysztof Kiéslowski’in yaptığı kahve ..// Juliette Binoche

Çev. Poetic Mind


“Mavi “ (Üç Renk:Mavi) filminin senaryosunu ilk kez okuduğumda , bütün gün ağladım. Okuduğum en acıklı öykü idi. Krzysztof’a telefon ettim, henüz ağlıyordum. Ahizeyi kaldırdı ve “buyurun” dedi. Sesim soluğum çıkmıyordu, konuşamıyordum. Hıçkırıklarımdan hattın öbür ucunda kimin olduğunu anladı.


-“Juliet? İyi misin Juliet?” diye seslendi.


Gözyaşlarımı tutamıyordum. Başımı salladım, “iyim işte”, ne yazık ki Krzysztof, hattın öbür ucundan başımı salladığımı göremiyordu.


-“istersen buraya gel” dedi.


Kafamı salladım, telefonu kapattım.


Bir saat sonra Krysztof’un evindeydim. Mobilya üzerinde oturmuş ve getirdiği kahve fincanından yudumluyordum. Fincanım boşalır boşalmaz sordu: “ peki, ne oldu? Ne düşünüyorsun? Kabul ediyor musun?”


-“Kesinlikle kabul ediyorum, ama verilen rolün üstesinden geleceğimi sanmıyorum. Ağlamamalıyım. Ama ne yazık sürekli ağlıyorum”, dedim.


Güldü ve “ işte ağlamaya mecbur kaldığında şunu anlarsın ki Juli’in göz yaşları boşuna değil” dedi.


Doğru söylüyordu. Filmin son sahnesini çektiğimizde durumum hiç iyi değildi. Ağlamam gerekiyordu; öyle ki durmaksızın göz yaşlarım akacaktı. İşte o ilk andaki duygularım tekrar geri dönmüştü. Tam o anda “kesin” işaretini verdi ve “çok iyi” dedi. Ben ise ciddi ciddi kendimden geçmiştim. (O sahneden sonra) gördüm ki bir fincan kahve hazırlamış.


-“İç şunu, iyi gelecek sana”, dedi.


Doğru söylüyordu, o kahve bir mucize yarattı ve iyileştim. Sonra, filmi ilk kez onunla birlikte izlediğimde, Krysztof’un yanında oturmuştum, yine ağlıyordum. Bu kez Juli için üzülüyordum.


Çağla..// Ela Dincer



..çağla.





kelimeler susun artık
saatleri kurmasın kimseler” (bayram balcı)


bekle’
kuşkonmaz dallarında
beklediğin o sırça köşk çözecek atkısını boynunda
düğümlenen
dallandım mı dedi o ağaç / hangi göklerinde çoğalarak
bekle gelir dedim işte o kuşlar kanatlarında o sesin


(sevmezmişim hiç, özlemezmişim, beklemezmişim hem de)

bekle gelir o dallanan ağaç / kes-in-ce / ipi-ni / düş-ün-ce
yoruldun mu
otur dinle avuçlarımdan akan ırmağın gürüldeyişlerinde
adımlarına yol olacak
o masalları /
yoruldun mu / biliyorsun işte bendim o/ dolup boşalan bir kovaydım/
kuyunun diplerindeki kendisiyle göğünü yerle bir eden


/adarken deliliğimi anladım “bu çağda derviş olunabilir” imiş
/ hey gidi
sığ kuyu


yoruldun mu diye sorarsa onlar de ki yorulmak değil benimki sadece
uzayıp
giden saçlarında esen o rüzgarın kokusunu arayıp bulamamak de ve
bulduğumda
o kokuyu asılıp zamansızlığın çektiği halatları pamuk
ipliğine dönen
kopmalarda kendini atacak de o kadın atacak kendini başını
döndürmeyen
kuyusundan dünyanın ve ağlayacak / de…sus de sonra içinde
kanayıp duran o
yaraya hey gidi sığ kuyu






"…aldırma ‘çok sesli’ ve kirlidir dünya, tıpkı ağustos
gibi.
yara dediğin kalbinden akıp giden..bir kelebek." ( sufi)




damla damla değil çağlayarak eksilen
ille de çağla ağacını tanımayan
elleri tenimde yaralar açan
kapıları kapatmadan bırakıp giden
ve eksildikçe çoğalan ve çoğaldıkça yakınımdan uzağıma
köprüler yıkan…
/ yoruldun mu / yorulma / kurur dinlenirsin kendinde


silsile
(.sıfatlarını yaktım bütün cümlelerin
sakın arama
sana uzayan kuyularda
düne dönerek içlenecek o kova nerede
bu darmadağınıklığa dönen dış ses
yankılanacak avuç avuç
özneleri de siliyorum
bütün pencerelerde el izlerini de…
ıssızlığa dönecek -çölün sıcağında- kucaklaşan harfler
ve -sığ sularda- kelimeler)


gidecek bir gün o kova / kes-in-ce / ipi-ni / düş-ün-ce(-nin)


Ela Dincer








"Uzun bir süre Mısır'ın tozunda sessiz ve mevsimlerden habersiz uzandım. Sonra güneş doğurdu beni ve kalkıp Nil'in kıyısı  boyunca yürüdüm. Günlerle şarkı söyleyip, gecelerle düş gördüm. Ve şimdi güneş bin ayağıyla, beni yeniden Mısır'ın tozuna devirmek için üzerimde dolaşıyor. Bundaki mucizeyi ve bilmeceyi gör! Beni bir araya getiren güneş, şimdi dağıtamıyor. Hala dimdik ayaktayım ve eminim ki, Nil boyunca yürüyeceğim tekrar..."
işte böyle:
"Yaşam kalbini okuyacak bir şarkıcı bulmazsa, aklını konuşacak bir filozof üretir" - Halil Cibran.
  ya da:
"Kımıldamadan yat-BEKLE-" (W.S.Burroughs)


In Memory Of Mahmoud Darwish..// Poetic Mind



Ah Rita..



Rita ve Tüfek


Rita ile gözlerimin arasında
bir tüfek var
Ve her kim tanıdıysa Rita’yı
Eğilir ve secdeye dalardı
O bal renkli gözlerindeki tanrısallığın karşısında
Ve öptüm Rita’yı
gençliğinde..




Ah Rita ..
Aramızda bir milyon serçe ve görüntü,
Ve bir çok verilmiş söz var
Bir tüfek tümünün üzerine ateş etti




Ah Rita ..
Ne döndürebilirdi gözlerimi senin gözlerinden,
Bu tüfekten önce!


Şiir: Mahmud Darwish
Arapçadan çeviri: Poetic Mind


ölü şehrin radyosu [bir kuzey ırak pornosu]..// Şenol Erdoğan


 

Şenol Erdoğan’ın kaleminden "Ölü Şehrin Radyosunu" dinleyin! Bu kitap öyle bir zaman diliminde yayınlandı ki, hani terim yerindeyse ancak bu kadar olurdu. Savaş ilahlarının cirit attığı bir coğrafyadan "savaş" sözcüğüne tersinden  giydirilmiş en güzel kaftandır, üzerinde "duy" ve "oku" levhi mahfuzuyla.. acının, ızdırabın dar ve geçilmez tarih koridorunda size "hakikati" koklatacak bir kitaptır, bu kitabın reklamı, tanıtımı bile yapılamayacak kadar gerçeğin kalbine saplanmış bir hançerdir, yok, hiçbir gerçek yok, gerçek yok, gerçeklik hiç yok, tümü bir parça toprağın haykırışından ve nehir kıyısına çöken bir kalemin sesidir, sestir, hecedir, ölçüdür, ölçüsüzdür, şiir değil, şiirseldir, yer yer öyle bir gür poetik rüzgar suratınıza çarpıyor ki Bukowski'nin deyimiyle "yüzü  dünyanın duvarlarına karşı düşüşte" hissine kapılıyorsunuz. Bu kitap hakkında söylecek çok söz var,  zaman içerisinde  ve henüz kitabın üzerine sinen sıcak koku yitip gitmeden bunu gerçekleştirmeye çalışacağız.  Şimdilik tek söz tek yürek: yüreğin daima  gür vursun  ey kalem!..// BORGES DEFTERİ



"Bu kitabın yazarı, elinde olmayan nedenlerden dolayı istemsiz bir şekilde yaşamının 172 gününü Kuzey Irak olarak adlandırılan bölgede, [Zaho, Zap vs.] mevkilerinde geçirmek zorunda kaldı. Yaklaşık 300 kadar gün dilimini ise bu coğrafyanın etekleri kadar yakın diğer benzer coğrafyalarda [Şemdinli, Çukurca vs gibi].

Bu kitabın yazarı, bahsettiği dönemi yaşarken İsevi takvim 1997 tarihini gösteriyordu. Bazen çok soğuk oluyordu hava -şubat gibi, bazense çok sıcak –şubat gibi.

Bu kitabın yazarı, 15 yıldır tarif edemediği hislerle yaşıyor ve bunlar en nihayetinde –ne kadar ötelemeye çabalarsa çabalasın- harflere evrilip cümlelere dönüştü.

O aslında zihnine kaydettiği ve ne denli uğraşsa da silemediği görüntüleri parçalar halinde bir araya getirme denemesinde bulundu. Mevzu ettiği süreçte hiç not almadı, hiç yazı yazmadı, hiç fotograf çekmedi, hiç kayıt yapmadı. Çünkü öldürülmek suretiyle ölmeyi hiç istemedi.

Ama beynine kim dokunabilirdi ki –yaşadıkça. Aslında her bir anlatı siyah beyaz bir fotograf karesi gibi, bazen de renkleniveren, sepyalaşan. Aslında her anlattığı kısacık klipler-görüntüler –cızırtılı, karıncalı, boğuk ses kayıtları zamanın geçmiş denileninde kalmış-kalamamış.

Yazar 1997-98 tarihleri arasında zihnine kaydettiği bazı görüntüleri 2011 senesinde alfabeye dönüştürme kararı alıp bu kararını uygulamış. Bunu yaparken kan içinde bir mizah, tabiatı gereği kemiksiz bir dil, yer zaman tarihsiz politik söylemler, bir takım absürt, saçma ve komik hikâyeler, sürrealizmin sınırlarını zorlayan gerçek anlatılar kullanmış, yer zaman Virilo yer zaman Deleuze, yer zaman Brautigan, yer zaman Jim Morrison gibi uzak ara birbiri ile ilintisi olmayan kimlikler arasında kişisel eklektik bir ağ örmüştür.

Pornografiden uyuşturuculara, gerilla savaşından şehit politikasına, rock n’ roll’dan ceset torbalarına, Çillerden punk’a, Irak’tan Kadıköy’e, dağdan şehre, helikopterlerle servis edilen “Ödül Baklavaları”na kişisel bir aktarı!

Yazar, “ölü şehrin radyosu” ismini verdiği kitabına “bir kuzey ırak pornosu” alt başlığını vermiştir. Harkin’in Baudrillard’ı anarak kaleme aldığı “savaş pornosu” metninden bu alt başlığa varan yazar porno kelimesini kullanırken kesinlikle Baudrillardsal bir anlamla yaklaşmıştır".(cyberzenarchy)


Ah ey Viladimir, ey Viladimir!..// A.Ahıska



Viladimir Mayakovski, üzerinde en çok düşündüğüm, şiiri, poetikası , yaşamı hakkında neredyse okumadığım yazılı doküman ( ana dili Rusça dahil)yok, okuma masamda onun en çok sevdiğim “dizleri” var, sayısız, uzun-kısa şiirlerinden seçtiğim ve çevirdiğim, Rusçanın engin sularında Viladimir’le kulaç atmak farklı bir his ve duygu uyandırır insanda(onu ana dilinden okuyanlar ne demek istediğimi çok iyi bilirler). Zaman zaman sevdiğim Mayakovski dizelerini direkt Rusça ‘dan çevirerek defter okuruyla paylaşacağım. /A. Ahıska







“Ve ey gelecek kuşaklar
  Kimsiniz, kimlersiniz?
 İşte ben,
Tümden yara, tümden sızıydım…”


V. Mayakovski






“Maria! Maria! Maria!
 Söyle,
 Halkın kalın kulaklarına
 Şiirin dingin sözünü nasıl geçiriyorsun?..”


V.Mayakovski






“Bitmeyen toplantılardan,
  Devrimin çığlıkları arasından
  Aşkı nasıl getirtebilirim
  Yaşayanlar için?..”


V.Mayakovski






“Ben çocukluğumdan beri şişmanlardan nefret ederim
 Bir öğlen yemeğine kendilerini satarlar
 Otururlar, öğrenirler,
 Kendilerini zamana sevdirmek için
 Kıt düşüncelerini seslendirirler.
 Ama ben, sadece evlerle konuşurum.
 Arkadaşlarım, su fışkıran tulumbalar olmuş

 Çatılar, ya da çatı pencereleri
 Dikkatlice bütün anlattıklarımı algılıyorlardı
 Sonra zamanın rüzgar pusulası döngüsünde
 Bana birbirilerini ve gece yarılarını anlatırlardı…”


Şiirler: V.Mayakovski
Rusçadan Çev. A.Ahıska


*    *   *
Mayakovski için bir ağıt /A. Ahıska


Ah ey Viladimir, ey Viladimir!
Senden sonra sadece sessizlik vardı
Ve karanlık bir güneş yağıyordu şiir üzerine
Ey yalnız Viladimir,
Bekleyiş içerisinde / Pencerelerin ergime noktasında
Ey kederli Viladimir
Yoğun gözyaşları
Ve cam lekesi,
Yeryüzünde kısa bir konaklama,
Gördüğün tüm pencereler kadar
Ah ey Viladimir, ey Viladimir,
Şimşek sözler
Ve pencerenin kalbinde çarmıha gerilmiş bir ah
Nisan’nın Ondördü
Çarpıntısız
Sessiz
Penceresiz!


A.Ahıska


Tesbih...// Ömer Serdar




Buğday sararır boynunu biçtirmeye, akşam doğrulur ve yutkunur. Güneş parmakların arasından çekildikçe harama küçülen tesbihtir.
Herşeyi bir kenara bırakmanın zamanıdır artık. Sımsıkı kenetlenmiş diş etlerine oturmuş kanı bile akıtabilir bu anlar. Bu anlara herşeyi bırakmanın zamanıdır. Bir kenara ilişip dudakları unutarak konuşmanın zamanıdır.
Horozu düşüren tetik sesinin duyulduğu "çıt". Bitmediği anlaşılır, devam edecektir infaz. İnadına silah patlamalarına güdümlüyken hedefler.


Netleşir hayata bakış.


Yelesine yapışıp uçsuz bucaksız bozkırda dörtnala gidilen o atların ve baharın vedasında coşan çayır böceklerinin yüklendiği senfonilerin, ay ışığındaki yaban karşılaşmaların, konuşmak istemidirler belki. Belki de, herşeyi bir kenara bırakmanın zamansızlığı doğacaktır ilk nefeslerden.

Tersine kıblenin.

Kargaşanın esmeye karar verdiği bir gece vakti o kadar yakından geçerken, bütün yolların izindeki hakikattir bunlar. Öyle ya...
Kısalırken zamanın yumağı, kukası irileşir döngünün.Bir doğumsa eğer, ne cehenneme bakar ne de cennete kuşların kanatlarındaki yükle. Önemli olan süzülüp kaymaktır rüzgarın sırtından, hem de inadına bütün çekim kuvvetlerinin.
O süklüm püklüm cehaletin içinde belki de dönüp durmakta olan atom, küstahça parçalanmaktadır. Tam olarak böyledir belki de. Bütünlenmektedir sırasını bekleyen var oluşlar. Yumurtanın varlığındaki tavuk gibi, tavuktan nasibini alan yumurtalar.
Yine de hayat, abartmalardan ibarettir. Anlattığına ağlatır, sustuğuna güldürür. Güldüğünde susmasını, anlattığında ağlamasını bilir.


Gelir,
Görür,
Gider ama bir şartla:
Kahkahalara gölge olacaktır hep ıssız topraklarda boy atan selviler. Ve kurtlar bu dehşetin müziğine ulumayı yüksek seslerle sürdüreceklerdir.
“gece vakti yine kıbleden
 meşelere türlü türlü gölge
 sırtı dağlara ateş
 sırtını dağlayan yangın
 tesbih tesbih”

Ömer Serdar



Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***