Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Bu şehre tren var mı?.. // Seçkin Aydın Kınacı




Soğuktan elleri üşüdü, yarım bir gülümseme ile oturduğu banktan etrafı izlemeye devam etti. Sıcak bir kahve ne güzel olurdu diye geçirdi aklından.
İleride duran kadına baktı; kırmızı tayyörü, siyah çorapları, siyah ince topuklu ayakkabılarıyla ayakta bekliyordu. Sanki otursa üstündekiler buruşacaktı, tedirgindi. Gözleri hep ileriye bakıyordu. Diğer zamanlarda da kolundaki saate. Zaman, onun için çok yavaş ilerliyordu. Her saatine baktığında yüzü sıkıntılı bir hal alıyordu.
Sevdiği adamla buluşmaya gidiyor diye tahminde bulundu, üşüyen ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışarak.
Kırmızılı kadının fazla bir eşyası yoktu, küçük bir el çantası sadece. Ya kısa bir yolculuktu ya da acele gitmesi gerekiyordu.
Gözleri kırmızılı kadının ayakkabılarına takıldı. (her kadın gibi) Sivri topukları dikkat çekiciydi, ince siyah çorapları, küçük bir kaçık vardı ! Ucu beyaz bir ojeyle tutturulmuştu. Demek ki küçük şansızlığı için çantasında sadece beyaz bir oje bulabilmişti.

Gözlerini kırmızılı kadından, duvardaki büyük saate çevirdi. Daha trenine bir buçuk saat vardı. Her garda olan büyük, yuvarlak saat. Gişedeki gür bıyıklı adam, gözlüklerinin üzerinden kendisine baktı. Öyle ya bu saate yalnız bir kadının ne işi vardı? Üstelik iki tren geçmiş, hiçbirisine binmemişti. Bildik meraklı gözler.
İleride iki genç sevgili vardı. Ikisi de hüzünlüydü. Onlar için de tahminde bulundu. Üniversite öğrencisiydiler ve ayrı şehirlerde yaşıyorlardı. Birinci sınıf olmalıydılar, muhtemelen kız bu şehrin dışında bir üniversite kazanmıştı. Sürekli saate bakıyorlardı, belli ki zaman onlar için çok hızlı geçiyordu. Kızın gözleri buğuluydu, erkek de sürekli burnunu çekiyordu, ağlamamak için kendini zor tutuyor olmalıydı.
Bir tren sesi duyuldu, daha bir sarıldılar birbirlerine. Hasret şimdiden tüm bedenlerini sarmıştı. Aslında ikisi de korkuyordu; Ya ‘’gozden uzak olan, gönülden de uzak irak olursa’’ diye...
Banktaki kadın ah aşk diye geçirdi içinden ve sol tarafa çevirdi bakışlarını.
Solda bir baba ve küçük oğlu vardı. Küçuk oğlan babasının paltosunun kenarına sımsıkı yapışmıştı. Burnu soğuktan kıpkırmızıydı. Annesi olsa elinden tutardı. Bilmem hangisi iyi diye düşündü. Belki de babası, onun birey olmasına katkıda bulunuyordu, belki ona şimdiden özgürlüğün ipuçlarını veriyordu. Kadın çocukla biran gözgeze geldi. Çocuklardan kaçılmazdı! Gözlerini dikti kadına, kadın suçüstü yakalanmış gibi hissetti kendini, çocuğa gülümsedi. Çocuk da ona dil çıkardı. Çocuk da ona dil çıkardı. Çocuk için zaman hızlı ya da yavaş değildi, zaman şu andı.
Çantasından kitabını çıkardı sayfalarına dokundu, sözcüklerin arasında gezdirdi parmaklarını, elleri biraz olsun ısınmıştı, tren yolculuğunu çok özlemişti. Çocukluğundan aklında kalan; trenin o ritmik sesi, annesi kızsa da rüzgara karşı pencereden başını uzatması(meğer o özgürlük hissiymiş), tünellerden geçerken her yerin kararması, bir de tüm trenin içini kaplayan salatalık kokusu. Annesi ‘yol arkadaşım’ derdi. En çok da tren istasyonlarını severdi, şimdi yalnızdı. Kitabı, küçük notlar aldığı kağıtları.. Yine de kalabalık hissetti kendini. Sevdiğin bir şeyi yapmak , yalnızlığın hazinliğini yokediyordu.
Mavi trene binecekti. Küçükken paraları yetişmediği için mavi trene
binemezlerdi. Bir de çocukluğunda istasyonda beklerlerken çay içerdi, babasının parası bitmesin diye. Oysa meyveli gazoz ne de güzel görünürdü. Olsun babası ona ‘ akıllı bıdığım’ derdi ya içi ısınıverirdi. Hem okul harçlığı fena sayılmazdı gazoz ve simite yetiyordu. İstasyonda da çay içiversindi. Tekrar yuvarlak, kocaman saate baktı. Mavi trenine yarım saat kalmıştı. Vedalaşacağı da, kavuşacağı da kendisiydi. Yok yok öyle yeni moda kendini aramaya felan çıkmamıştı! Sadece trenleri çok özlemişti ve tren istasyonlarını. Zaman onun için göreceliydi; kimi zaman hızlı, kimi zaman yavaş. Zihni nasıl algılarsa oydu zaman.
Düdük çaldı; kadın banktan kalktı.

Siyah gecede mavi treni gelmişti, elleri artık sadece heyecandan soğuktu.



Seçkin Aydın Kınacı


Arif Damar İçin..// Leon Felipe



“ Müstakbel bir ayrılık sizi bizden çabucak ayıracakmış Efendim.”

Michelangelo’nun sekiz ayını Carcara dağlarında, II. Julius’un anıtı için en mükemmel mermer bloklarını seçmekle geçirdiği uğraş gibi didinirdi şiiri için. Yarattığı anıttaki fark, Arif Barikat’ın şiirlerinin sessizce deha ile erdemi ayırması ve bir diktatör yerine halk için harf harf sözcüklere dikilmesiydi.

İnsanların kalbini çiğneyip yutanların, halkın ikiyaşayışlı olduğu kentte hakikati önce kalbinde, ardından sırtında ve bileklerindeki kelepçelerde taşıyan şair Arif Damar’a öldü diyorlar. Anormalliğin popüler bir standart olduğu bu devirde, saatlerce denizde adım adım yürüyen, memleketlisinin dediği gibi “usul isa asi olmuş” Bozcada’daki tutuklu kaldığı taş evde gazete katlarından rüzgar gülleri yapan bir çocuk kolay kolay ölmez.

Ve bu Çanakkale’nin pencerelerinde cam olmayan köy evinin içine esen rüzgarın doğurduğu yalınayak, sırtı çıplak çocuk şair on altısına geldiğinde İstanbul’un şair-i azamları şaşırmıştı.

Şaşkınlık şairin çocukluğuna değil, acının katlanılamayacak denli ağır sessizliğinde suskun kalmayan yetişkin dizelereydi. “ Gerçek şiir bir peri sarayı gibi önümde belirdi…” diye mektup yazan Karl Marks’ın Kapital’inden çok sonra sosyalistlerin insancıl projeler üreterek iş yerlerindeki verimi arttıracaklarını, meydana gelebilecek ölümlere ödeyecekleri tazminat yükünden kurtulmalarını sağlayacaklarını anlayan leş yiyicileri kapitalistler Arif Damar’ın bir mısrasını bile okumadan geberip gidecekler bu dünyadan. Çocuk Arif Damar,
Devrimci Arif Barikat, Neşeli Arif Damardan günlerce uyumasına izin vermeden ayakta tutukları Arif Adam’dansa tek tek binlerce şiir kalacak denizde, yerde, gökte.

Dev bir fesleyenin arkasında saklanarak rakı içerken lüks kıyafetleriyle önümüzden geçenleri insan olmaktan mahrum bırakan zevksizlik timsali hallerini süngeri fazla doldurulmuş kabarık kanapelere benzetirdi.

İstanbul’daki odasındaki eşyalar organlarının bir ilavesiydi.

Cunda’da ikinci köyde bir kuyu başında dikili ağacı vardı.

Mübadeleden Anadolu’ya gelmiş yaşlı balıkçının İlyada’yı ezbere Yunanca söylemesini dinlemeyi severdi.

İlhan Berk’le iki çocuk yeni icat edilmiş telefonda saatlerce konuşurlardı. Arif Damar bunu düşünerek gülmeyi severdi.

Düşlere daldığı hamaktan düştüğünde ayağa kalkıp “ İyi düşmeyi bilmek lazım” der, ayağa fırlar buna gülerdi.

Akşamlarıysa o gülümseyen zırhından sıyrıldığında ölüm orucundakilere, özgürlük sevdasında memleketi için yanan aç ölen çocuklara, şiirin, çevirinin, kitabın, dilin, konuşmanın yasaklandığı azap evlerinde bekçilik yapanlara öfkelenir, susar, gözlerini yumardı.

Bir şair eğer şairse, acısını ve azabını öylesine derin bir kuyuya saklar ki dünyanın en uzun ipi dahi bu acıyı kuyunun dibinden çıkartamaz.

Kimsenin tanımadığı bir Arif Damar tanıdım ben. Arkadaşımdı. Şair dostumdu. Beraber çok güzel susar ve beraber saatlerce gevezelik ederdik.

Şimdi o beni dinleyemeyecek ama ben onun öykülerini, sevgili annesini, tahta bavulunu, uzun yürüyüşünü, yazar arkadaşının sigarayı bırakmasına karşı teklif ettiği bir şişe eskitilmiş viski rüşvetini, kargasını, rüzgarını, sedef kabuklarını, Tül’ünü, Nice’sini dinleyeceğim.

Kimsenin tanımadığı bir Arif Damar tanıdım ben. O da bazılarının yaşam dediği dünyanın en kısa yolculuğuna çıktı.

İyi yolculuklar dostum.


Leon Felipe









Dingin uyu, gece aynı, gündüz aynı..// Borges Defteri



Gece
Gece seni birdenbire hatırladım

Nasıl bakarsa sürüye dağdan bir canavar
pencereden dışarıya öyle baktım

Dışarda seni benden ayıran hayat
dışarda lodosa çevirmiş hava
eriyor günlerdir yağan kar

Bir görülmez düşmanın üzerine yürümek
ve düşüp ölmek sonra
birkaç adım atarak

Arif Damar

İşte soluğun ey şair, maviden kırmızıya uçan kuş oluyor..yine bütün şiir durakları ve gece sızlıyor göç mevsiminde, kimsenin görmediğini, dokunmadığını çekip çıkarttın yıllarca ve edebiyat adına güç simsarlığı yapanlara inat hep genç yetenek ve üretimlere omuz verdin..dingin uyu, gece aynı, gündüz aynı, yüzler aynı..
boşalmış sokakların hafızasında varolur, var olacak hep mis sokakığın şiiri..ve "hangi zaman" yakılmamış durdu ki "içimiz"?..// borges defteri


Gerçek bende nefes darlığı yapıyor..// CIORAN



-Şiir adına layık bir şiir, kader tecrübesiyle başlar. Bir tek kötü şairler özgür'dür.
-Bir felsefi moda kendini gastronomik modalar gibi kabul etttirir: Bir fikir, bir sostan daha çürütülür değildir.
-Hepimiz soytarıyız: Sorunlarımızdan sonra da hayatta kalırız.
-Şu geçici alemde, önerilerimiz sadece vaka-ı adiye değeri vardır.
-Sıkıntı, muammaları aynı düzeye getirir: pozitivist bir hülyadır.
-Yapayalnız olmanın kinizmi, küstahlıkla yumuşayan bir azaptır.
-Mutlak'a kendini beğenmişin biri olarak daldım, mağara adamı olarak çıktım.
-Dalgalanmalarımız dürüstlüğümüzün damgasını taşır, teminatımız ise sahtekarlığımızın. Bir düşünürün namussuzluğu, ileri sürdüğü sarih fikirler tuarıyla belli olur.
-Felsefenin kabahati, fazla tahammül edilir olmasıdır.
-Hayat ve ölümün üzerine eğilmedeki kolaylık, önüne gelenin söylenebilmesidir.
-Özgürlük mü? Afiyeti yerinde olanların safsatası.
-Aşırı uçların büyüsüne kapılmış olmak; maymun iştahlılıkla dinamit arasında bir yerlerde durmuş olmak!
-Benim kozmogenim, temel kaosa, bir üç nokta sonsuzluğu katıyor.
-İçimizde doğan her fikirle içimizdeki bir şeyler çürür.
-Her mesele, bir sırrın kadrini bilmez, onun da kadrini, sırası geldiğinde, çözümü bilmez.
-Istırap çekeriz: dış dünya varolmaya başlar..çok ıstırap çekeriz: yitip gider. Acı onu sadece gerçekdışlığını açığa vurmak için uyandırmıştır.

-Gerçek bende nefes darlığı yapıyor.

Burukluk/ Uçurum Dolandırıcısı-CIORAN
Çev. Haldun BAYRI


Soyut Yeni Edebiyat Manifestosu!!! // Rafet Arslan



21. yüzyıl 20 yüzyıldan radikal bir biçimde kopacaksa, bu tümüyle beklenmedik bir formda olacaktır’
J.G. Ballard

Baylar, bayanlar, çocuklar, hünsalar, glbt insanlar, mutant türler ve bedensiz varlıklar; duyduk duymadık demeyin!

Dikkat!
Dikkat!!

Zaman değişiyor sevgili insanlık ve sergilenen küresel piyes bizlere hep aynı hapları yutturmaya devam ediyor. Hep aynı hikayeleri dinlemekten sıkıldık. Ve ‘kısa yoldan’ anlatmak istiyoruz derdimizi. Çünkü; hızın, belirsizliğin, anında değişimlerin, mutasyonun, doğaçlamanın, eklektik olanın merkezde olduğu yeni bir çağı yaşıyoruz biz.

Artık kimse bize 20. yüzyılın ezberi ile gelemez; hele hele 18. yüzyılın naturalist akılsızlıkları ile asla!

Dikkat!
Dikkat!!

Şimdi; tüm bu kaotikliğin içindeki yeni olasılıkları görme vakti. Giriş-gelişme-sonuç istemiyoruz; çünkü bu ilerlemeci, idealist tarih anlayışının edebiyattaki izdüşümüdür ve yaratıcılığı sömürgeleştirmeye yarar. Rasyonalist bir tutarlık isteyemiyoruz; bu sadece hayatımızın en önemli anları olan rüyaları ‘öteki’leştirmeye yarar. Akademik kalıplardan, ayrımlardan, kanonlardan nefret ediyoruz; çünkü onlar özgür imgeyi bir cendere içine sokar.

İnsan türünün kitlesel olarak kişilik bölünmeleri yaşadığı bir çağda, kimse bizden klasik bütünsel anlatılar beklemesin. Varlığın şizofreni, gerçekliğin simülasyonla parçalandığı bir çağda fragman temelli, düzensiz yapılar kurulabilir. Bütünsellik artık hikayenin ilerleyişindeki matematik işleme değil. Hikaye sonunda okurun yapacağı bilişsel sağlamanın içindedir.

Dikkat!
Dikkat!!

Bizim için 21. yüzyılın post-modern hikayesi, artık bir birinden Çin Seddi ile ayrılmış öykü, lirik, anlatı, anı gibi kalıplar tanıyamaz; blog ustalarının öykü-romanlarının kitaplaştığı yeni dünyada. Göndermelerini ustaca kısa anlatısına gömmüş, türsel kısıtlamalardan, dilsel baskılardan uzak, deneysel, bir sınır ihlali yazını;
okurun gözlerinde zeka parıltılarını arayan yenibinyıl öyküsü.

Yeni dalga çoktan başladı: Kısa ve saldırgan. Vahşi ve lezzetli. Ruhsal ve döngüsel. Hızlı ve keyifli.

Hala köy romanı ya da Kemalettin Tuğcu mu?

Hayır; bu yarın değil; çünkü gelecek çoktan gerçekleşti.

10.10.2010-İstanbul
Rafet Arslan


RÜYA KAHVALTISI..// Melek Ekim Yıldız



RÜYA KAHVALTISI

“ Bilir misiniz, rüyada insanlar birbirlerinin gözlerine bakamazlar. Ve bakarlarsa çok ıstıraplı olur. Derhal uyanırlar. Bence bu ferdiyetimizin kaba ve satıh tarafından kurtulma, birbirimize karışmaktan korkmamızdır. Bir nevi içten çalışan vicdan azabı. “ Ahmet Hamdi Tanpınar

Bilir misiniz, hiç rüya görmediğim halde, sürekli gördüğümü hayal ettiğim rüyaları anımsamaya çalışırım. Hem de her sabah. Gözlerine bakamadığım, bakmayacağım insanları getirip koyarım sahte rüyamın içine ve kahvaltıdan hemen önce, hiçbir zaman karışma, içinde olma arzusu duymadığım insanları içime alır; rüya insan’ım yaparım onları. Kısık ateşte demlenmekte olan çayın kokusu, sütlükte kaynayan yumurtanın fokurtusu, asla kuramayacağım cümlelerin sözcükleriyle kalabalıklaşır, uyduruk rüyamın şekillenişiyle çoktan doymuş başlarım kahvaltıya. Eski, çok eski bir aile geleneğinin çarpıtılmış, hatta epeyce saptırılmış bu biçimiyle selam ederim genlerini aldığım o tuhaf kadınlara.

Küçük bir çocuk olduğum zamanlarda ailemin, kocalarını çoktan işe yollamış, kadınlarıyla yaptığım kahvaltıların anısının kötülüğü bu biliyorum. Anne, bir dolu teyze ve kuzenle birlikte oturulan, saatleri fütursuzca harcayan ve her birinin peş peşe anlatıp; dinleyenlere “ hayrolsun”lar, “ ömrü uzamış bak”lar, “ başımıza bir gelecek mi var”lar yorumlarını sıralatan o rüya kahvaltılarının suçu bu biliyorum. “ kahvaltının mutlulukla bir ilgisi” olduğu saf günlerin intikamı bekli de.

O günlerde belli belirsiz sezdiğimi; ailemin kadınlarının büyük birer hikâye anlatıcısı olduklarını gizlemelerinin bir yolu olduğunu, ancak şimdi kavrayabiliyorum o rüya kahvaltılarının. Her sabah hikâyelerini yarıştırırlarken, aldıkları keyfi ve heyecanı ancak şimdi anlayabiliyorum. Ve şimdi gerçekten, rüyalarını anlatırlarken dinleyicilerin gözlerinde, yüzlerinde beğeni, kıskançlık ve haset izi sürdüklerinden emin olabiliyorum.

Büyüdükçe burun kıvırıp, bıyık altından güldüğüm o seremoniyi çok ama çok özlemeye başladığımı ayırt edebildiğim zamanların geç kalmışlığını kabul edebilmeyi bile kendime yediremediğim züppelik günlerim geride kalırken; kuyruğunu kıstırmış bir kediyim şimdi.

Özlemekte olduğum asıl şeyin, o kahvaltı sofraları mı yoksa rüya görebilmek mi olduğunu biliyor değilim. Bilinmezimi yanıma katıp, o kahvaltıları düşünüyorum. Annemin ve en küçük teyzemin, tüm masayı kendilerine odaklayan seslerini, rüyalarını söz’e dökerken yüzlerinde oluşan ifadeyi ama en çok, anlattıkça anlatma arzusunu körükleyen o rüyalardaki hikâyeyi arıyorum belleğimin girilmesi zor odalarında.

Annemin mi yoksa küçük teyzemin mi, kendinden daha emin ve beğenilen bir rüya dilbazı olduğunu düşünüyorum sık sık. Aralarında rekabet olsun istiyorum. Onları her gece yatağa yatıran ve her sabaha hazırlayanın bu motivasyon olduğuna inanmaya çok hevesliyim. Rekabetin hileyi getirdiğini, her gece, ben gibi, aslında görmedikleri rüyaları uzun uzun kurguladıklarını hayal ediyorum, uzandıkları rahatsız ve kalabalık yataklarında. Rüya kahvaltılarının yıldızı olmanın başka bir yolu olmasın istiyorum bir de. Umutsuzluğa kapılıyorum sonra. Annemin de, küçük teyzemin de her kahvaltı sonrası güzelleştiklerini anımsar gibi oluyor; bana ait kahvaltı masalarının yoksulluğuyla çirkinleştiğime inanıyor ama yine de hırsıma yenik düşüp, görmediğim rüyaları kendime anlatmaya devam ediyorum.

Bir zaman omuz silktiğim, “ başa beladır. Onu dikkatli kullan” öğüdünü ve öğüdün süjesi olan o adamı düşünüyorum bir de. Her ikisini de, unutmaya çok meyilliyken, bunca zaman sonra aklıma düşüvermelerini anlamlandıramayacak kadar yorgun olduğuma ikna ediyorum kendimi. Sonra yine, ailemin kadınlarını düşünüp; onların “ dikkatli kullanma” konusundaki başarılarına haset edip, bir lokma yumurta atıyorum ağzıma. Neyi ama neyi dikkatli kullanacaktım, diye soruyorum ağzım tıka basa dolu. Yanıt yutkunurken geliveriyor:

_ yalnızlığını…

“ yalnızlığını dikkatli kullan. Başa beladır”

Nefessiz kalışıma aciz bir umar buluyor; rüya kahvaltımı başa sarıyorum.

Melek Ekim YILDIZ







İki özlem, tek kare!..



"..Kapıdan girmeden önce, eğilip belki de kendi eliyle diktiği sardunyalardan koparıp saçına, kulağının arkasına iliştiriyor.
-Ben hiç bu kadar güzel akşam vakti görmedim.
-Ben gördüm.."-
Hür Yumer (Hür'ün "ilhan ekler" öyküsünden).

Bir zamanlar şu yeryüzünü iki varlık daha selamlıyordu, biri yazıyor, öteki onun yazdıklarını muhteşem görsel karelere aktarıyordu,...bir zamanlar bir güzelim "defter" vardı...kapısını bir kalem bir fırça daha süslerdi..Ressam Deniz Bilgin, Yazar-Çevirmen Hür Yumer...şimdi, onlardan geriye bir hasret nağmesi kaldı . Yapıttaki "tin","tat","altın prıltısı" ancak yıllar içinde gelişir, demişti büyük usta fredrich, bizler zaman aynasından Deniz Bilgin ve Hür Yumer'in geride bıraktıkları o derin izlere, tatlara gönül rahatlığıyla ve hazla odaklanmaya devam edeceğiz, onları asla unutmayarak..
Her ikisini özlemle anarak./ borges defteri


Borges Defteri e-kitap: MEKTUPLAR; Hüseyin Cöntürk



Hüseyin Cöntürk

İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni bitirdi. Cöntürk, özellikle 1950’li ve 1960’lı yıllarda, Yenilik, Pazar Postası, Türk Dili, Yeni Ufuklar, Varlık ve Ataç gibi edebiyat dergilerinde, ayrıca yayıncıları arasında yer aldığı Dönem ve Devinim dergilerinde çıkan yazılarıyla "öznel eleştiri"ye ya da eleştiride denemeci tavıra karşı çıkarak Türkiye’de “nesnel eleştiri” anlayışının öncülerinden oldu.
Genç şair, yazar ve eleştirmenlere verdiği destekle tanındı, bu desteğini ömrünün son demine kadar sürdürdü; özellikle 1960 Kuşağı’nın bir eleştiri kuşağı olarak yetişmesine büyük emeği geçti. Yıllarca her çarşamba evinde gerçekleştirdiği "Çarşamba Toplantıları" ile, ilgi alanları birbirinden çok farklı gençleri bir araya getirdi, pek çok konunun gençler arasında derinlemesine irdelenip tartışılmasını sağladı.
1958’de çıkan ilk kitabı "Eleştirmeden Önce"de, New Criticism (Yeni Eleştiri) hareketinden etkilenerek (kendi deyişiyle) “eleştirme” kuramı üzerinde durdu.
“İkinci kitabı "Çağının Şairi"nde (1960) ise şiir kuramını ele aldı. Sonraki kitaplarında kuramdan uygulamaya geçti: "Günlerin Götürdüğü"nde (1962) eleştirmen Suut Kemal Yetkin’i, "Turgut Uyar" (1961) ile "Behçet Necatigil ve Edip Cansever Üstüne" (1964) kitaplarında ise bu şairleri inceledi. 1960’lardan sonra edebiyattan uzaklaştı ama özellikle genç yazar ve şairlere ilgisini ve desteğini sürdürdü. Ölümünden sonra, kitaplarıyla birlikte, makaleleri, tartışma yazıları, deneme yazıları, daha önce kitaplaşmayan "Eleştirme Sözlüğü" ve "Şairler Sözlüğü" çalışmaları, Haluk Aker ve Nuran Tezcan'ın da katkılarıyla, Ege Berensel tarafından kitaplaştırıldı ve Yapı Kredi Yayınları tarafından iki cilt olarak basıldı.”(wikipedia).
Borges Defteri tarafından e-kitap olarak sunulan Hüseyin Cöntürk Mektupları, yine yukarıda söz konusu olan onun yeni kuşak yazar-şairlere verdiği destek ve içten-samimi, yönlendirici tavrının izlerini taşımakla beraber, “mektup edebiyatı” izleğine de çok ciddi bir katkı olarak gelecek kuşaklara onun edebi mirası olarak kalacak.
Kitabı ister “Nook” e-book tarayıcı cihazınıza, isterseniz pdf formatında okuyabilmeniz için her iki seçeneği sunuyoruz. Borges Defteri e-kitapları tamamen ücretsiz ve akçe hükmünün geçersiz olduğu bir tercihle yayınlanmaktadır. İyi okurun, en iyi “şeyleri” hak ettiği gerçeğinden hareketle…Yedinci “e-kitap” yayınında buluşmak üzere.
İyi okumalar
BORGES DEFTERİ // (e- kitap)



BORGES DEFTERİ e-book




Kitabı indirebileceğiniz link:

E-Book(MEKTUPLAR; Hüseyin Cöntürk) Download By MediaFire 250 kbps-1MB

Kitabı 1 dakikadan az bir sürede indirebilmeniz mümkündür!..




Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***