Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Onarır yarasını kıyılar...// Hayrettin Geçkin



1 Mayıs

1 Mayıs geleceğin yüreği. Bir kez daha ve her daim, alanlarda mümkün bir hayata ve mümkün insan ilişkilerine imgelerin düştüğü bir gün.“Yine dene, yine yanıl”ların oluşturduğu insan seli. Güneşe akın! Güneşin zaptı! Kazanacağızın her rengi. Her yerden, her yaştan, her cinsten, her düşünceden, her kültürden ve her renkten bir yeryüzü çığlığı… Asi ve avaz! Barış ve özgürlüğün uçurtma kanadı… Sokağın yürüyen inadı…

Şiir kırmızısı bir gün…
Aşk moru…
Düş yeşili…

1 Mayıs 1977’yı anımsıyorum. Taksim’i… Ve ondan 30 yıl sonrasının 1 Mayıs’ını… Ve dudaklarımda yeniden uçuklayan “taksim’de bir gül açacak oldu / baharı yasakladılar sokaklara” dizelerini… “Kıralım zincirlerimizi”den dağılan pas seslerini… İçinde “geleceği birlikte kuralım” çağrısı yapan şiirleri, romanları, öyküleri, notaları, harfleri, tuvalleri, yontuları… Sevişmeleri bir de… Bir gelincikle birlikte göğe renk veren “âşık olmaya benzer devrimci olmak”taki maviliği… Betonları basan çiçeklere eşlik eden alkış seslerini derinden bir yerlerden…

Gökyüzüme kanat izi düşüren bir güvercin ve bir kırlangıç ardından… Onların ardından bağırıyorum penceremi açıp: Ben buradayım. Bugün 1 Mayıs ve ben buradayım. Alanları dolduranları yalnız bıraktım. İçimde taşıdığım her yaşatan çocuklardan pek çoğu o alanlarda ama tutmuyor, kapatamıyor hiçbiri, benden kalan boşluğu. İşten izin alamadım. Ben günde 12 saat, haftada 6 gün çalışıyorum. Şiir de yazamıyorum eskisi gibi. Bakın, bugün 1 Mayıs ve ben buradayım! Bir iyilik edin bana. Benim yüreğimi alın ve alanlardakilerin güneş gözleri önünde ufalayıp geleceğe serpin. Çiçeklere karıştırın sağlam olsun diye. Rüzgâra, ateşe, suya ve toprağa… Poliste rehin kalan üç düğmemi de tomar tomar saçlarımı da katın… Benim için bir şeyler yapın.

Toprağın önünde eğiliyorum.
Suyun ve ateşin…
Çocukların hıçkırırken boy atmasının önünde…
Odamı dolduran tohum gürültüleri
Çiçek ve tomurcuk sesleri

1 Mayıs… Darağaçlarından geleceğe yollanan mektup… Mektubun içinde “daha büyük bir güç elde etme peşindeydi che / don kişot’la buluşabilse / yoksa / kim tutabilirdi onu / kim / koşarken imkânsıza” dizeleri… Bir akan dere… Kızıldere… Çokça deniz… 1 Mayıs’ta her yer deniz, herkes Deniz… Kardelenler ülkesinde kuş uykuları… İyi öyküler taşıyan ırmaklara karışan iyi yürekli kadınların, iyi yürekli erkeklerin, çocukların, gençlerin, yaşlıların gözyaşları, sevinçleri… Başka türlü bir dünya umudu…

Bakma sen
Bir gün başka döner dünya…
Aşk kazanır
İnsan kazanır

Onarır yarasını kıyılar
Şarkılar yedi dağın çiçeğine bürünür
Diz boyu masallar üstünde top koşturur çocuklar

Bugün 1 Mayıs! 1 Mayıs geleceğin yüreği. Ve ben alanlarda değilim bugün. Günde 12 saat, haftada 6 gün çalışıyorum. İşten izin alamadım. Yapılacak bir şey yok. Yaşasın içimde açan kırmızı...


Hayrettin Geçkin







1 Mayıs; Emeğin Bayramı Kutlu Olsun...



Barış İçinde Yaşama Hakkı

Yaşama hakkı
Şair Ho Çi Min
ki sarsar Vietnam’dan
tüm insanlığı.
Silemez hiç bir top,
pirinç tarlandaki sıraları.
Barış içinde yaşama hakkı.


Hindiçini, engin denizlerin
Ötesinde bir yerdir;
Ki orada çiçekler,
Patlarlar soykırım ve napalmla
Tüm haykırışları eritip birleştiren
Bir patlamadır aysa.
Barış içinde yaşama hakkı.

Ho Amca, şarkımız bizim,
Saf sevginin ateşidir
Güvercin yuvasıdır güvercin
Zeytin bahçesidir zeytin
Evrensel bir şarkıdır
Zafere ulaşacak zincir
Barış içinde yaşama hakkı.


Victor Jara (1932-1973)
İspanyolca’dan çeviren: Ulaş Başar Gezgin,
Ho Çi Min Kenti, Vietnam
(Vietnam-Amerikan Savaşı’nın
bitiminin ve Saygon’un kurtuluşunun 35. yıldönümünde)


YANGIN KUŞLARI..// Latif Köybaş




Gidecek mi oraya? O soğuk; buzlu rüzgârlarında astımların gezindiği, fırtınası hırçın yere.
Gitmesin! Bırakmasın beni. Akşamüstü hüzünlerime sevinçlerin karıştığı sesiyle gelsin. “Tombişim” desin. Kuş çığlıkları karışsın bitmemiş oyunlarıma.
Kelebek yorgunu yumuşak ellerinde ısınsın yanaklarım.
Uzun ipeksi saçlarında durgun rüzgârların pusuya yattığı, gizli sevdalarında güvercinlerin kanat çırptığı Behiye Ablam, gitmesin kalsın!

“Yoksulluğun gözü kör olsun, dikenli gömlek! Nereye gider, nerede kalır, kimlerle karşılaşır, zaman da kötü anacım... bilmem ki!”

Alnındaki derin çizgilerde, dinlenmeyi unutmuş yorgun kervanlar, şimdi de biricik kızını alıp götürecek miydi Nimet anadan?

“Kim dedi, nasıl aklına soktular bu Almanya gurbetini! Gitmese, yine böyle devam etse, akşam ezanlarından sonra bir beklediğim olsaydı yine. Ölümümü bile göremez artık. Gelmez, gelemez buralara... Oralara gidenin gölgesi kalıyor. Bir de bitmeyen hasreti: Dokunulmayan, kucaklanmayan, gözlerimizi yaşlı bırakan sevgisi...”

Dert yüklü yanık yüreğini sık sık serinletmeye koştu bize. Yalnızlık korkusunun koyu gölgeli tortusunu dağıtmak için anlattı durdu neneme anneme. Çin malı porselen fincanlarda içilen kahvelerde avuttu üzüntüsünü. Dibi kara fincanın bahtına benzerliğinden dem vurdu. Nenemin fal açarken okuduğu dualarla ısıttı ayaz karanlığı umutlarını.
Çocuk yüreğimin küçük dar yollarında biriken sevinç kırıntıları, o’da giderse yaparım diye arada bir yokluyordu zihnimi. Konfeksiyon mağazasında işi bitip eve döndüğü zamanlarda, bir başka görünürdü gözüme. İşyerindeki kıyafetlerini çıkarmış; ev halinin kendine has sadeliğinde sanki bir masal kızı oluverirdi. Kapının girişindeki çeşmede bulaşık yıkarken hali, konuşurken, kireçleri dökük duvarlarda begonya gölgesi hüzünlerin serinlettiği sesiyle, daha biraz önce sokakta gördüğüm Behiye Ablamdan başka birini çıkarırdı karşıma.

“Duydum ki unutmuşsun gözlerimin rengini...” Behiye Aksoy’un kadifemsi sesi duyulurdu arada. Ne kadar çok dinlerdi! Benim göremediğim, aklımın ermediği bir yerlerde, yüreğinin gizlisinde sakladığı bir inci tanesi, unutamadığı bir ışıltının yanıtı olmayan, aldatan sevdası mıydı? Unutan kimdi, unutulan... gözlerinin rengi... ya da unutulmayı bekleyenler?
Gitmesin kalsındı. Yine bulaşık yıkasın, onu evlenmek için istemeye gelenleri o istemesin beğenmesindi. Yeni moda giyimlerden, makyaj malzemelerinden bahsetsin, artık yaşın geldi evlenmeyecek misin diye soranlara dudağının kenarında biriken mahcubiyetle yanıtlar verip içinde ulaşamadığı özlemlerin üzerine çöken yoksulluğunu gizlesindi... gitmesindi.
Bir gün elinde sarı bir zarfla çıktı geldi. Yağması beklenen yağmurla sel sularına karışması kaçınılmaz bir evden başını alıp gidecek o muydu? Narin parmaklarıyla beyaz kâğıtlara yazdıkları, değiştirmeye çalıştığı yazgısının ardında bırakacak olduğu anası için zehir acısı bir ferman çıkmazıydı. Anasının suskunluğu, yemeden içmeden kesilen ağzında, sessiz bir ölüm mührüne dönüştü. Nenemin yanına geldikçe titreyen sesine, acıdan damıtılmış ateşler sıçrıyordu sanki. Boyası solan bir tualin solgun resmiydi yüzü. Gri yolculuklara yürüyen kayıp bir gece ıssızlığı.
“Beni dinlemedi... dinletemedim, tuttuğum bir dalım vardı onu da kıracak bu gurbet. Açlığından ölen mi var? Ne olacak sanki oralara gidip de. Bak bekçi Rafet’in oğlu sakat döndü. Yarım, ayakları kötürüm oldu. Herkes dayanamaz böyle şeye. Bu zaten küçükken bi zatürree atlattı. Ondan korkarım, daha da beter olacak; derdimi kime yanayım!”
Nenemle annemin suskun halleri, çaresiz kalmış bakışlarında donuyordu sanki. Nimet ana kızı için söylenip yakındıkça, onu avutmak adına biriken sessizliğin duvarını yıkacak sözcükler tükenmişti artık.
Mahallenin dar sokağında akşamüzerleri çıkıp gelen, durgun bir suyun üstünde sessizce duran nilüferleri anımsatan Behiye Ablam, bir daha ne zaman göreceğimin belli olmadığı; adına Almanya denen o yerden dönebilir miydi? Dönse bile ellerinde biriken soğuk rüzgârlara kelebekler konar mıydı? Yanağıma dokunan yumuşak parmakları, hangi acının nasırıyla örselenecekti? “Tombişim” diyen dilinde hangi sözcükler üşüyecekti?
Bir gün Nimet ananın yoksul evine açılan tahta kapının menteşelerindeki gıcırtı sustu. Bahçesindeki duvarın dibinde duran pembe gül soldu, begonyanın gölgesi kayboldu, Behiye Ablamın meleksi yüzüne, uzun kirpiklerinin arasından baktığı ayna, kahverengi hüzünlerle lekelendi. Oturma odasındaki yer minderinde buldular cansız bedenini. Ağzında yarım kalan dualarla, avucunda boşlukta duran tespihi ve bir de duvardaki gömme cam vitrinde uzaklara bakan kızının fotoğrafıyla; duran yaşlı yüreğini hangi yangın kuşları nerelere götürdü bilinmez.

Latif KÖYBAŞ




H R A N T D İ N K ( Ş i t s o r k a )...// ULUS FATİH



H R A N T D İ N K
( Ş i t s o r k a )

H
Hasbilgiyi aradılar. Habanera yaptılar. Habiptiler. Hakir gördüler. Hakkâktılar. Halâskar oldular. Halifeler tanıdılar. Hanedanlar bildiler. Hanefiydiler. Harfendazdılar. Harezmiyi bilirdiler. Harnup yediler. Harputa gittiler. Hasenattaydılar. Havan topunu tanıdılar. Havraya girdiler. Hartuç sürdüler. Hazarı istediler. Hedonisttiler. Hegomonyacıydılar. Helikon çaldılar. Herbivordular. Heterodoks oldular. Heyamola çektiler. Hezareni kokladılar. Hilkattiler. Hindologtular. Hipotenüsü buldular. Horantacıydılar. Horozbina sevdiler. Horoz fasülyesi yediler. Hundular. Huruç ettiler. Hurç sordular. Huşu içindeydiler. Hûlya kurdular. Hümanisttiler. Hünerleri vardı. Hüngür hüngür ağladılar. Hûnsaydılar. Hûvelbaki dediler. Hûzmelere büründüler. Hıdırlık ettiler. Hidrofildiler. Hilozoizmi tanıdılar. Hint irmiği yaptılar. Hipotetiktiler. Hornblenti bildiler. Horoz ibiğini sevdiler. Hotozları vardı. Hunhardılar. Hurdalıktılar. Hurdahaş oldular. Hurufîye geldiler. Hülasa böyleydiler. Hûma kuşuydular. Hûmayundular. Hünkârlar beğendiler. Hünnap diktiler. Hürmetkârdılar. Hüt dağını biliyorlardı. Hûveyda idiler. Hüzzamı severlerdi. Hüzünlüydüler. Hilafeti aradılar. Hakikati sordular. Hayz görürlerdi. Hasılatçıydılar.

R
R bacaklıydılar. Rablerine bağlandılar. Rabbaniydiler. Raca ve ricacı oldular. Rahim olandılar. Radonu tanıdılar. Rahmaniydiler. Rakunu bildiler. Rekorlar gördüler. Rapsodiyi sevdiler. Rebap çaldılar. Recm ettiler. Redoksu anladılar. Rebetiko oynadılar. Remil attılar. Reomürü tanıdılar. Resuldüler. Reşittiler. Retoriktiler. Revak gördüler. Revnakı tanıdılar. Revolver kullandılar. Ringa yediler. Rikkattiler. Rodeo yaptılar. Rodezyayı aradılar. Rokforu tattılar. Rokokoya baktılar. Rondela kullandılar. Ruam oldular. Rüçhandılar. Rüsvaydılar. Remz idiler. Rüzgâr oldular.

A
Ah ettiler. Abayı yaktılar. Abajuru buldular. Arıları aşıladılar. Abakûsü saydılar. Abanoz kestiler. Abaşo dediler. Abaza peyniri yediler. Abdal-ı pîr oldular. Abdest aldılar. Abdûlleziz tattılar. Aborijindiler. Abrakadabra öğrendiler. Abustular. Acembuselik oldular. Acemborusu çaldılar. Ağalık sürdüler. Acem kılıcıydılar. Acem lalesi kokladılar. Acırga yetiştirdiler. Acem pilavı pişirdiler. Acınç içindeydiler. Ağılları doldurdular. Açıortayı buldular. Açlık grevi yaptılar. Adagio dediler. Ada soğanı ısırdılar. Adil oldular. Ada tavşanı gördüler. Ad çektiler. Âdem ve ademdiler. Atlarla geldiler. Adezyonu tanıdılar. Adrenalin yükselttiler. Afazi belirtisi verdiler. Aforoz ettiler. Afrikayı gördüler. Afsunluydular. Afyon çekiyordular. Agnostiktiler. Agoptular. Agoraya girdiler. Agrafiydiler. Agronomi öğrendiler. Ağları gerdiler. Ağıt yaktılar. Ahireti gördüler. Ahir zaman bildiler. Ahiret peygamberiydiler. Ahitleri vardı. Akabeyi geçtiler. Aktiumda savaştılar. Aktinyumu tanıdılar. Alayuntluydular. Aleksiydiler. Algarina çalıştırdılar. Alizarin kullandılar. Amnezi oldular. Analjeziye uğradılar. Ardes dağlarına gittiler. Anzarot ağacını yoldular. Apukurya yaptılar. Arkegonu öğrendiler. Arnika yediler. Adaklar adadılar. Ayetler bellediler. Asal gaz ürettiler. Ayandon fırtınası gördüler. Acılar tanıdılar. Aya çıktılar. Ahuramazdaya vardılar. Alametifarikaydılar. Allahı tanıdılar. Asiisa oldular.




N
Nakit severdiler. Nusayriydiler. Nekaistiz dediler. Nekeslikleri vardı. Nekreydiler. Nekroz biliyorlardı. Nektarı tattılar. Nemçeye gittiler. Nemruttular. Neojen devirdendiler. Neolojizmi buldular. Neon kullandılar. Neoplatoncu oldular. Neoplazmayı gördüler. Nepotizm yaptılar. Neptünü geçtiler. Nergisi kokladılar. Neşideler neşidesi yazdılar. Nü idiler. Nüdist oldular. Naat dökerdiler. Nahiftiler. Nakkare çalarlardı. Nakkaştılar. Nalbant oldular. Nalçaları vardı. Nal çakarlardı. Namzettiler. Nalın giyerdiler. Nalburdular. Nanik yapardılar. Nano teknolojisttiler. Nar çiçeğini bilirdiler. Narenç yetiştirirlerdi. Nar balinası gördüler. Nârıbeyza oldular. Narkoz alırlardı. Nas yapardılar. Nasırları vardı. Natır kullanırlardı. Naylonu buldular. Necef taşı severdiler. Neferdiler. Nefrit çekerlerdi. Negatiftiler. Nükleonu buldular. Namekan olurlardı.

T
Taassupluydular. Tabuları vardı. Tacirdiler. Tüveyç severdiler. Taflanı kokladılar. Tahnitliydiler. Talancı oldular. Tamtam çalarlardı. Tango yapardılar. Tanrı kayrasıydılar. Tanzanyayı bilirdiler. Tapir görmüşlerdi. Tasımcıydılar. Taşçıl dediler. Taşikardi oldular. Tatar ağasıydılar. Tavan süpürgesi sürdüler. Teflonu tanıdılar. Teke severdiler. Tekfur gördüler. Tektanrıcıydılar. Telefon ederlerdi. Tüvana idiler. Telkari yaparlardı. Tinle tündüler. Teslis okudular. Temaşaya geldiler. Taslak böldüler. Turnayı tanıdılar. Tuyuğ çektiler. Tümen oldular. Tabur soydular. Tabya takımdılar. Tacirdiler. Tecim evi açtılar. Tafra sattılar. Tahterevalli yaptılar. Tamburiydiler. Tamuya gittiler. Tanjant ölçtüler. Tantanalıydılar. Türap içindeydiler. Taoisttiler. Taraçaya baktılar. Taş devrini gördüler. Taş levreği yediler. Tatlı su içerlerdi. Tavernada oynardılar. Teğet geçtiler. Tekerleği buldular. Tekvin dediler. Tırnaklarla kazdılar. Telekleri vardı. Tellaldılar. Temas içindeydiler. Temel atardılar. Turunç yediler. Tülbent örttüler. Tümör oldular. Tabut sardılar. Taciktiler. Taç attılar. Tahıl yetiştirdiler. Tayfa oldular. Tampon kurdular. Tan ağarttılar. Tank yaptılar. Tan yeli beklediler. Tapınçta bulundular. Tarla kuşu gibi öttüler. Tasma taktılar. Taşıl oydular. Tavuk karasıydılar. Teke sakallıydılar. Tektoniktiler. Telef oldular. Telgraf çektiler. Telli turnam dediler. Tembeldiler. Temerküz kamplar vardı. Tuvaca konuştular. Tüneklediler. Temren yaptılar. Tenya tirişindiler. Terastan baktılar. Teravih kıldılar. Terebentin sürdüler. Termit yediler. Turgor oldular. Teşrinievveli gördüler. Tevatür çektiler. Tungsteni buldular. Tımar yaptılar. Tundrayı bildiler. Tırnak kestiler. Toynaklarıyla oynadılar. Tuğra sürdüler. Tibet sığırı sordular. Tunç gibiydiler. Tifüstüler. Tilki kuyruğuydular. Timsah gözyaşı dökerdiler. Tirendazdılar. Tirhos vohozu yediler. Titrem yaptılar. Toharca bildiler. Topaz gördüler. Toprak kölesiydiler. Topuz yaptılar. Tuğluydular. Torero oldular. Triatlon atladılar. Torpido gözüne baktılar. Toygarca uçtular. Töre tören bildiler. Töz oldular. Trakunyaydılar. Trombon çaldılar. Tirbuşonu buldular. Troçkiye kızdılar. Tersanede kaldılar. Teraziyle ölçtüler. Teres dediler. Temyiz ettiler. Teşneydiler. Teşrinisaniye vardılar. Tevrat okudular. Tınaz savurdular. Tırpan seçtiler. Ticaniydiler. Tilavet yaptılar. Tilmiz oldular. Tiramola dediler. Tirfillenme gördüler. Tiroitleri vardı. Toht yaptılar. Tolga giydiler. Topoğrafiktiler. Toprak sıçanı tuttular. Toreadordular. Torlaktılar. Tugay kurdular. Travers yaptılar. Trençkot dediler. Tröst bildiler. Tuba yarattılar. Tufana kapıldılar. Tortu içtiler. Toynak sivrilttiler. Törpü yaptılar. Tragedya okudular. Trampa dediler. Teneşire geldiler. Terane ettiler. Terapisttiler. Terbezleri vardı. Terkibibent yazdılar. Tetanos oldular. Tevarüs kaldırdılar. Tılsımlıydılar. Tırabzana tırmandılar. Tiabendazol kullandılar. Tifo oldular. Tirandılar. Tirat geçtiler. Tirhandil yaptılar. Titana gittiler. Tohum ektiler. Tonozluydular. Toprak işlediler. Topuktan vurdular. Tornistan yaptılar. Tozan oldular. Tövbekârdılar. Trakeyi bildiler. Trampet çaldılar. Toteme taptılar. Tanrı suretiydiler.


D
Döllenendiler. Dadaisttiler. Dağlıydılar. Darbe bildiler. Dağ ispinozuydular. Darbımeselciydiler. Davudi sestiler. Davul çalarlardı. Dakara giderdiler. Dekatloncuydular. Delta gördüler. Demiri buldular. Demiurgostular. Demirhindi yediler. Demirperde kurdular. Demoklesi tanıdılar. Deniz hırsızıydılar. Deskriptiftiler. Demirdikeni tanıdılar. Dil atlası oldular. Dil avcısıydılar. Dilbazdılar. Dilberdiler. Diskurları vardı. Dolmendiler. Dominanttılar. Dülgerdiler. Dominyondular. Düğün çiçeğiydiler. Dragomandılar. Dümendeydiler. Doğrulam tanıdılar. Dublörleri vardı. Düvel dediler. Dram yaptılar. Ditrambos gördüler. Divana durdular. Divitle yazdılar. Drahmi aldılar. Drahoma verdiler. Duyargalıydılar. Dretnot yaptılar. Duvak giyerdiler. Düş içindeydiler. Duvarlar ördüler. Düşman oldular. Duahandılar. Drosera bildiler. Durgu gördüler. Dilmaçtılar. Debbağdılar. Debdebe yaşadılar. Deccaldılar. Defineciydiler. Defne ekerdiler. Dehliz yaparlardı. Dekadandılar. Dekametreyi buldular. Descartesı yarattılar. Dekovili ittiler. Demagogdular. Demirkazık oldular. Detant yanlısıydılar. Deniz kozalağı yediler. Deniz pırasası sürdüler. Desibeli tanıdılar. Duygandılar. Diasporayı bildiler. Difenbahya kokladılar. Diktafonlar kullandılar. Diktatördüler. Düellocu oldular. Dibek dövdüler. Düet yaptılar. Dinktiler. Diplarya yediler. Diploiti bildiler. Dişindirik geçirdiler. Domestiktiler. Domuzotu ezdiler. Dragondular. Döşleri fırlardı. Döşekte yatandılar. Dölleyendiler.

İ
İdris ağacı yetiştirdiler. İblistiler. İbranca bildiler. İbrik taşıdılar. İbrişim kullandılar. İçdenizde oturdular. İçitleri vardı. İçrektiler. İçtinap içindeydiler. İdamı bildiler. İdefiksi buldular. İlarya yerdiler. İlhanlıydılar. İlkinsil olandılar. İllüstrasyoncuydular. İlmihal okudular. İmgeyi sevdiler. İmparatorlar karşıladılar. İmrence içindeydiler. İmroz beslediler. İnancaları vardı. İnce ağrı çekerdiler. İncitilen ruhtular. İdeayı bildiler. İdil yazdılar. İffetleri oldu. İğdiştiler. İğreti dururdular. İkbal içindeydiler. İkilemleri vardı. İkircimdiler. İklimleri sevdiler. İksir içtiler. İlbay oldular. İlenç içindeydiler. İlgeç bilirdiler. İlistir kullandılar. İllaki derdiler. İllüzyonları vardı. İmansızdılar. İmitasyon severdiler. İmrahorluk yapardılar. İmrenç duyardılar. İmsaklara kaldılar. İncil okurdular. İncik kemiği kırdılar. İndividüalisttiler. İdolleri vardı. İfriti aradılar. İğ ağacını bildiler. İğrençlikleri vardı. İğ yağı içerdiler. İkebana yapardılar. İkirciktiler. İkonlar öptüler. İlahları yarattılar. İlahisin dediler. İlinek bilirdiler. İlkeldiler. İllettiler. İlmek yaparlardı. İman tahtaları vardı. İmleç bulurdular. İmrenti içindeydiler. İnci severdiler. İncir kuşu öterdiler. İndüksiyon kullandılar. İpnoz olurlardı. İranisttiler. İrkinti içindeydiler. İrseni tanırlardı. İshal olurlardı. İskandile asardılar. İskele kurardılar. İskittiler. İskorbütü bildiler. İslav oldular. İspanyol nezlesiydiler. İspenç severdiler. İspermeçet tutardılar. İspiralyadan bakarlardı. İstavroz çıkarırlardı. İstif yapardılar. İstralyacıydılar. İşkembe içerdiler. İşkence severdiler. İşret meclisiydiler. İşportaya geldiler. İt dirseği oldular. İyodürü buldular. İzobarları vardı. İnleyenciydiler. İpliksi giyerdiler. İris kokardılar. İroniktiler. İseviyiz derdiler. İsilik olurlardı. İskandinavyalıydılar. İskeletleri vardı. İskitçe gülerlerdi. İskorpüt olurdular. İs içindeydiler. İspençiyarı tanırlar. İspinoz sesiydiler. İspirto içerlerdi. İstençliydiler. İstikrah ederlerdi. İstrongilosu bilirdiler. İşkilliydiler. İştahları vardı. İveğendiler. İyon yuvarıydılar. İzomeri sorarlardı. İnsandılar. İrinleri vardı. İrkildiler. İrsiyetli bakıştılar. İshak kuşu gördüler. İskambil açardılar. İskarpin giyerlerdi. İskemlede otururlar. İskonto yapardılar. İspanyolettiler. İspari bilirdiler. İspendektiler. İspiyon ederdiler. İsrafili görürdüler. İsterleri vardı. İstiridye alırdılar. İşitim içindeydiler. İşkilsiz olurdular. İtalik yürürlerdi. İyoniktiler. İzotermi bilirdiler. İnsansızdılar.




N
Novayı tanıdılar. Nosyonu kullandılar. Nogay olurdular. Noeli bildiler. Nevbaharı geçtiler. Nevralji oldular. Nevroz gördüler. Nevruzu yaşadılar. Newtonu ölçtüler. Nevyunani oldular. Nörotiktiler. Nifak arardılar. Nihilist olurlardı. Nijer kaplanı dediler. Nikap takardılar. Nikbindiler. Nikeli tanıdılar. Nikris oldular. Nimbusu gördüler. Nitramiti buldular. Nitratı çözerlerdi. Nitrik asit içerdiler. Nitrogliserin yapardılar. Nümizmatiktiler. Naldökendiler. Nam salarlardı. Namahremdiler. Name yazardılar. Nalları vardı. Namerttiler. Namibyaya kaçtılar. Namusluydular. Namlu tanırdılar. Nankördüler. Napalm yaparlardı. Nara attılar. Nardenk yerdiler. Narh koyardılar. Narindiler. Narsistlerdi. Nasipleri vardı. Nasturiydiler. Navlun alırlardı. Nedrettiler. Nefir çaldılar. Norton eleğiydiler. Nehirde yüzerlerdi. Neyzendiler. Nüzuluz derlerdi. Nazi olurlardı.

K
Kekreyi tattılar. Kabalayı bilirlerdi. Kabareyi buldular. Kabeyi yaptılar. Kabili tanıdılar. Kabristana gittiler, Kadril oynadılar. Kadmiyumu gördüler. Kadük oldular. Kaftan giydiler. Kağan seçtiler. Kağşaktılar. Kahhardılar. Kalemşörleri vardı. Kalubelâdan kaldılar. Kalyon bindiler. Kamarilla oldular. Kambiyoyu tanıdılar. Kambriyeni geçtiler. Kamineto yazdılar. Kançılarya oldular. Kandela buldular. Kantara çıktılar. Kant içtiler. Kablelvuku idiler. Kaburgaları vardı. Kâbus gördüler. Kadanadan indiler. Kadavra oldular. Kadastroyu böldüler. Kamu severdiler. Kafkaslıydılar. Kâfirdiler. Kağnıya geçtiler. Kakofoni yaptılar. Kalebenttiler. Kalkanları vardı. Kalvenisttiler. Kamarottular. Kamberdiler. Kamus yaptılar. Kanıksadılar. Kantat çağırdılar. Kantona ayrıldılar. Kapriçyo idiler. Karavela gördüler. Karaimce konuştular. Kardinal tanıdılar. Karina idiler. Karlukları sevdiler. Kartezyendiler. Karyokinez bölündüler. Kastoru gördüler. Kunduzdular. Kaşmerdiler. Katafalka girdiler. Katavaşya oldular. Katedrale gittiler. Katır yılanı yediler. Kavaftılar. Kavalyeydiler. Kavram bilirdiler. Kayra idiler. Kebirlerdi. Keçeyi buldular. Keçiyi sağdılar. Kefaret öderlerdi. Kefen giyerdiler. Kehanet ederlerdi. Kelam söylerdiler. Kemiği övdüler. Kendir ekerlerdi. Kerkenez uçururlar. Kesit olurdular. Keten kuşuydular. Kethüdaydılar. Kevser içerlerdi. Kışlayı bilirdiler. Kışkırtanı bulurdular. Kontralto sestiler. Korida yaparlardı. Korvet sahibiydiler. Kölemendiler. Kösemeni tanırlardı. Ksenofobileri vardı. Kuartet söylerdiler. Kundakçıydılar. Kurganda otururlardı. Kuvars taşıydılar. Küf içindeydiler. Küffardılar. Kümbet yapmışlardı. Kubbeliydiler. Küraso içerdiler. Kırağı görmüştüler. Kamçılıydılar. Kırbaç bilirlerdi. Kır bekçisiydiler. Kır çiçeği severdiler. Kırmızıya boyardılar. Kısır olurlardı. Kız kaçırırlardı. Kibardılar. Konvansiyonel bilirlerdi. Korozyonu buldular. Kökenleri vardı. Karavaştılar. Kreşendo çekerdiler. Ksenon gazıydılar. Kuduzdular. Kunt oluyorlardı. Kurya sorguladılar. Kuvertür görürlerdi. Küfür ederdiler. Kükrerdiler. Külünk yaparlardı. Küsufa dururdular. Kikla bilirdiler. Kirvesi gelmiştiler. Kiyanustular. Klavsen çalarlardı. Kohezyona bağlıydılar. Kolofanda otururlar. Komanditerdiler. Kondom kullanırlardı. Konglomera yaşardılar. Koral dinlerdiler. Kortekstiler. Köpek üzümü yerdiler. Köstekli saattiler. Ksilofon çalardılar. Kumpas içindeydiler. Kuranderi bilirlerdi. Kutan kuşuydular. Kuzgun kılıcıdırlar. Küfrandılar. Köknarlar keserdiler. Kümültüde saklanırlar. Korsanlıkta yaparlardı. Kor alev büyütürlerdi. Kan severdiler.

(Sonra zamanlar geçti ve gökler gümbürtüyle dürüldü,
büyük beyaz taht ortaya çıktı ve onlar ateş çukurlarına doğru savruldu
ve buyrultular içinde olanla, büyük beyaz boğanın da maskesi düştü!..

Anlayamayacağınız bir zamanda geçti, burada anlattığım öykü…)

ULUS FATİH








Göl Düşleri...// Ahmet Ada


Image and video hosting by TinyPic

Göl Düşleri

Bir kız el ediyor gölün kıyısında.

Göl mutsuzluk söylemine hazırlıyor.

Yoğun bakım cehenneminden yeni çıktım
Gömleğim kanser lekesi, mutsuzluğum
Günden güne artıyor, biçimini buluyor bende
Kaçıp sığındığım hüzün

Sözcükler kör, göl durgun.

Çözülmek üzere geyiklerin indiği göl,
Gök sancağını arıyor, sancaktarı olduğumda
Özgürlüğün, ey çorak toprak, elini ver
Rüzgâra bürünerek gel yanıma

Sözcükler kan, yeryüzü çığlık çığlığa.

Gömülmüş damağıma sürgün muhabbeti..
Siz ey dünyanın tacirleri, yeryüzü tefecileri,
Sancağı yükselttikçe sancaktar,
Çözülmektedir ayakları şeyhlerin de..

* * *

YAZ MI DEDİNİZ


Yaz mı dediniz, dağlarda geyikler yoktu
Ama geri döndü bir yere ait olmanın sesi
Bekleyiniz çiçeklenen denizi
Bekleyiniz başlangıcın sesini
Taşlar arasında otun sesini

Yaz mı dediniz, geçiniz efendim
Biz yazı sesinden biliriz
Uyandın mı bir su sesi, bir kuş sesi..
Aram öldü, parmaklarının tellere akan sesi
Sason’dan dağları dolanıp gelen sesi
Yaz toprağına dökülürdü efendim

Aram öldü, asılı kaldı sürgün sesi
Kaygının buhurdanına. Geri geldi
Diyarbakır toprağına gözleri..
Kürtçe’nin sesini bekleyiniz efendim,
Sessizliğin sesini bekleyiniz efendim,
Bugün akşam saat beşte, saat beşte..

Yaz mı dediniz, yaz göğüne gömünüz
Efendim


AHMET ADA

BORGES DEFTERİ ÖZEL NOT:
Şair Ahmet Ada'ya geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz, bu günlerde hastane ve evi arasında dokuyor yaşam şiirini..Acil şifalar diliyoruz. Yeni şiir kitabı ArtShop Yayıncılık'tan çıktı."2008-2009 yıllarında yazılan, hiçbir yerde
yayımlanmamış şiirler toplamı ‘Paçalı Bulut’. Usta şairin geldiği
yeri işaretliyor: Sade, yalın, yalınlığın derinliğine ulaşan incelikli
şiirler. Dünyada olmanın acısı, hüznü, umutsuzluğu, sevinci var
bu şiirlerde; eşitliğin dilini arayan bireyin kurduğu sağlam bir ‘yapı’
anlayışı. Varoluşun sıkıntı ve umudu, tinin yürüyüşü hissediliyor.
İmgenin imkânlarını kullanarak, doğayla bütünleşen insanın sesini
duyuyoruz. Dünyanın, algıladığımız kadar olmadığını görüyoruz
kitabı okuyunca.ARKA KAPAK YAZISI-".
Sevgili Ahmet Ada kendi aile arşivinden bir fotoğrafını bizimle paylaştı,
onun çocukluk günlerinden.."Bir çocuk fotoğrafı gönderiyorum.
Anısı büyük: Annem Nazire Ada, ağabeyim Muzaffer Ada ve küçük Ahmet Ada" diye not düşmüş...fotoğrafı defter okur arşivine emanet ediyoruz..// Borges Defteri







Modernizmin Hakikati Similasyon Dünyasıdır..// Bayram Balcı



"Sanat(çı), belli lobiler, dergiler, sanal siteler, net grupları, yayınhaneler, tekkeler, barlar, meyhaneler çevresinde âdeta çeteleşmiş, düşman kamplara bölünmüş durumda.
Bu gettoların dışında kalanın yaşama şansı yok gibi.
Ve egolar öyle şişmiş ki, gece yatağa yatmadan önce aynaya baksalar dahi, kolay kolay inmiyor."
(hakan işcan)

yaşama şansı yok gibiden başlamak isterdim ve cümlelerimi birbiri ardısıra dizmem de mümkündü ama ben belayı sevsem de hani şu kabaca ve kıssaca "sanat camiası" diye adlandırıp geçilen "zaviyemsi" şeylerden şemsiyelerden hiç mi hiç hazzetmediğimden şunu söylemem yeterli sanki;

kıyl û kal...

ya da ; Güft ü gû

ama bir şey daha demen icap eder gibi sanki
o da şudur;
modernizmin hakikati similasyon dünyasıdır;

bunun sanatı sepeti ve bütün ilişki ve de kurumları da similasyondur...

similasyon var eden "asil" ilişkilerin uzağında olmak başlı başına bir özgürlüktür.

gerisi kıyl û kal...

sevgiyle Hakan İşcan ve Sufi ve tüm defter'ciler.

bütün nallar atların özgürce koşmasının düşmanıdır..


Bayram Balcı


İnsanlık hali;Deyip geçelim mi?..// Hakan İşcen




Biraz lafı dolandıracağım galiba, affola.
Bir yandan bir şeyler yazarken, bir yandan da üniversiteyi bitirdiğim günden beri iş hayatının, vahşi-liberal-kapitalist çarkları arasında yıllardır boğuşuyorum.
Her kademede çalıştım, her çeşit insanla tanıştım.
İş hayatının her türlü belden aşağı oyunlarına, ayak kaydırmalarına, yağdanlıklarına, saltanat entrikalarına, hepsine şahit oldum.
Hak bilmezliğin ve duyarsızlığın bir seviyesi, kötülüğün bile kendine göre bir raconu var.
Edebiyat dünyası içinde öyle şeylere şahit oluyorum ki, bizans entrikalariyla dolu o vahşi iş dünyası bile çok daha temiz kalır.

Sanat(çı), belli lobiler, dergiler, sanal siteler, net grupları, yayınhaneler, tekkeler, barlar, meyhaneler çevresinde âdeta çeteleşmiş, düşman kamplara bölünmüş durumda.
Bu gettoların dışında kalanın yaşama şansı yok gibi.
Ve egolar öyle şişmiş ki, gece yatağa yatmadan önce aynaya baksalar dahi, kolay kolay inmiyor.
Söylenen değil, söyleyen; yazılan değil, yazan; yapılan değil, yapan önemli.
Engelli dostlar alınmasın, kör sağır duymadan, görmeden, okumadan habre birbirini güzelliyor.
Diğer yandan, sitelerde, dergilerde, basit sözcük oyunlarıyla birbirine dokundurmalar, sen benim kim olduğumu biliyor musun görmemişlikleri,
kinayeli söz sanatlarıyla laf geçirmeceler, put kırma bahanesiyle kendini afişe etmeler...

Şu "üstün insanların" şişik egolarından sıkıldım artık.
Ve işin kötüsü, gerçekten de başkalarından "farklı" yaratıldıklarına inanıyorlar...
İma dahi edemezsiniz, gençseniz, hemen azarlarlar. Yaşça daha olgunsanız, kalemlerini sivriltip zarifçe haddinizi bildirmeye soyunurlar.
Sizden beklentileri varsa sadece küsmekle yetinirler.
Editörler çevresinde arı gibi dolanır, insan onurundan söz açılınca mangalda kül bırakmazlar, ama aynı zat-ı muhteremlerin yanıtsız bıraktıkları mesajlarına,
küstahça duyarsızlıklarına seslerini çıkarmazlar.
Yeter ki, kokteylerde, davetlerde ortada firavunlar gibi dolanırken onlar tarafından poh-pohlansınlar.
Alt tarafı bir kitap?.. Değer mi?

İnsanlık hali.
Deyip geçelim mi?

Her şeyin metalaştırıldığı, ortaya konulanın niteliğini ve değerini sistemin kendisinin belirlediği, daha sonra da bunu sipariş ettiği bir dünyada bunlara şaşmamak lazım.
mı?..

İşin bir de özde can, sözde cananlı açılım siyasasına girmeden lafı Defter'e getireceğim.
Bunca yalakalık içinde bana da bir şeylerin bulaşmamış olması olası mı?
Beş yıldır süregiden bu yayın içinde tüm baskılara rağmen Defter'in "bu süreci" ısrarla metalaştırmaktan uzak tutmasının,
müşteri aramamasının, sadece nitelikli ve duyarlı bir paylaşım platformu oluşturmak kaygısı taşımasının hiç önemi yok mu?
İyi olmaz mıydı, şiirin yanında banka döviz kurlarını da eş zamanlı izleseydik?
Veya bir bankanın yanıp sönen bireysel kredi avantajı, bir öykünün kenar süsü olsaydı?..
Bir taşla, iki kuş değil, koca bir sürü!.. Sen tut, yeni çıkan kitapları, dergileri koy oraya! İlahi Defter, iyisin hoşsun da, ticaretten pek anladığın yok.

Defter'in tüm bu süregelen çabasının arkasında belki de öneminin hala tam ayırdında olamadığımız ciddi bir düşünsel emeğin, birikimin
ve zamanın -ki en kıt iki kaynak- olduğu bir gerçek.
Yukarıda bahsettiğim kirliliklere koşut olarak Defter'in bilgece tevazusunun bilgiden gelmesi beni mutlu ediyor.
Bütün renklerin hızla kirlendiği bir dünyada Defter'in siyah sayfaları bundan sonra korkarım daha çok hedef olacak, ama nasılsa siyah leke tutmaz.
Sözün özü, tükürdüğünü yalamanın tam sırası, sizi bilmem ama, bu aidiyet benim gitgide daha çok hoşuma gitmeye başladı.

Usta'ya son yapılan da, bence safiyane bir saygısızlık değil, yukarıda bahsettiğim yoz ilişkilere ruhunu teslim etmiş güdük yazınsal liberalizmin bilinçli-oportünist bir reklam stratejisi.
Başarılı olması da tepkilerle doğru orantılı bence.
Biz ne desek boş. Koca külliyat orada. Kimi gider okur faydalanır, kimi gölgesine sığınır. Kimi de çamurundan medet umar.
Kabahat paçada, ona bulaşan çamur bile para ediyor.

Sufilerin Sufisi ne demişti, "Bizim söyleyeceğimiz şey arayarak bulunmaz, yine de onu yalnızca arayanlar bulabilir..."
Öyleyse, bundan ötesi laf-ı güzaf, aramaya devam.
İyi sabahlar,

Hakan İşcen


Komik Bir Füg (NUMERO 1)



Ali Teoman’ın ve Cem Akaş’ın iki yazısına yer vererek yayın hayatına “vira” diyen “Sıcak Nal” dergisi
(Süreyya Evren’in editörlüğü ve Enver Ercan’ın imtiyaz sahipliğiyle) daha ilk sayısının son satırlarını inanılmaz bir gaf ve kin kusma ayiniyle kapamış.
Enis Batur’a çamur atmak, kin kusmak, had-hudut bildirmek bu kez Süreyya Evren’nin üzerine mi bırakıldı? Çürümenin virtüel algı boyutu farklı aygıtlarla ama aynı hücre yapısıyla durmadan karşımıza çıkıyor, hep beraber okuyoruz, bu durum karşısında yapabileceğimiz tek şey kalıyor: aktüel algı zenginliğiyle gidişatın ve ortamı saran ahlaksızlığın, vicdansızlığın, rezaletin üzerine kusmak.
Oyun, iki farklı dünyanın iki farklı kişiliğin algısı üzerine kurulan bir suni denge gibi görünse de mesele asla öyle değil.. Farklılıktan fakr(yoksunluk) değil “gena”(düşünce zenginliği) doğduğunu biliyorduk, oysa burada düşünce sefaleti kendini paçavra bir kırıntıya bürünerek gösteriyor.
Dergi editörü Süreyya Evren; Enis Batur’un haftalık Cumhuriyet Kitap dergisine yazdığı bir yazsından tek bir (tek 1 cümle) cümleyi : “ister şiirimde(kendi öznel dünyası) ister (düz yazılarımda)-(yine Enis Batur’un kendi kurgusuyla oluşturduğu, kullandığı dil ve dünya) yeni bir dil kurdum” gibi bir cümleyi alarak var gücüyle terim yerindeyse Enis Batur üzerine, “kültür adamlığı” tanımına “çullanması” pek hoş ve ahlaki bir tavır olmamakla birlikte bir dergi editörünün (idam mangasının önünde bile olsa)baş vuracağı bir yöntem olmamalı(ydı) diye düşünmekten de alı koyamıyoruz kendimizi. Yazımızın başında Ali Teoman ve Cem Akaş’ın adını neden verdik? Bir taraftan sırtını bu iki Enis Batur “diline”,”dünyasına”(uzun zaman) yakın isimlere vereceksin öte yandan Enis Batur’a karşı içinde ne kadar tarif edilmiş-edilmemiş “kin” oku varsa hicap duymadan fırlatacaksınız. Bu kadar basit, yüzeysel, içeriksiz ve kolay vuruşlara şu edebiyat ortamı ne zamandan beri alıştı? Terry Eagleton’un üzerine titrediği “pratik eleştiri” kavramı ve ruhsal kurtuluşa giden yolu müjdeleyen yöntem de derdimiz, hatta tasamız, hiç değil, çünkü karşımızda böyle bir kapasite ve ufuk genişliği yok. Kaldı ki, ister eleştiride olsun ister teorik yaklaşımlarda “ teorik şiddet unsurunu” ilk savunanlardan, gündeme taşıyanlardanız, ama burada pratik ve kabulleneceğimiz bir teorik karşı duruş, kuramsal yaklaşım yok. Kişisel iç kargaşa-hesaplarla varılan noktanın da menzili bu kadar olurdu.
Siz bu edepsizliği Oruç Aruoba, Turgut Uyar, Ece Ayhan (hayatta olan veya olmayan) ve aklınıza gelebilecek hangi şair, yazara karşı gerçekleştirseniz tepkimiz aynı olur, aynı olacak.
Edebiyat ortamını saran boğucu sessizlikler, tepkisizlikler işleri bu aşamalara sürükledi. Sanat’ın kalp atışları kokuşmuş bir sistem ve onun baskıcı aygıtına karşı çıkışlarda hızlanmalıdır, yoksa kendi dokusunu, öz suyunu “aşağı dünya-yukarı güç” diyerek ulu orta harcamanın bir anlamı yoktur.
Sorsak ki madem her minimal gösterge anlıksal imgesini canlandırdığı bir öteki uyarana bağlı bir uyarandır o zaman bugüne kadar biz neden tek bir yapısal analizinizi (Enis Batur ve pek çok isimle ilintili olarak) görmedik, okumadık? Yoksa altınıza serdiğiniz o suni güç, iktidar kilimi mürekkep gücüyle değil de ıslandıkça mı koyulaşıyor?
Bir dergi editörü “eleştiri” unsurunu böyle seyreltilmiş küf çekirdeği gibi kullanırsa, o yörede tuz depolarının da koktuğunu açıkça deklare edebiliriz galiba.
Anlaşılan o ki bu güne kadar ne Enis Batur şiirini ne de onun en azından düz yazılarını ve söyleşilerinin hiç birisini elzem olan gerçekçi mercekten okumamış sayın editörümüz.
O Enis Batur ki bunca çabası ve kültür dünyamıza kattıklarıyla hala ve olabildiğince açık bir dil ve ifadeyle ve inanılmaz bir tevazuuyla “ henüz dilime yeni bir sözcük katmış değilim” gibi gerçekten samimiyet içeren bir iç görüyü ortaya koymuştur. Gelin görün pek muhterem baş muharrir’e göre Enis Batur bir gazetenin kitap ekinde “yeni bir dil” den nasıl söz edermiş(dem vurarmış? Ve aslında “sen kimsin ki bize bu yeni dili dayatıyorsun?”ibaresini Sıcak Nal dergi okurunun anlına tuhaf cümleler ve anlamlarla yapıştırır.
Dil sorunsalını, şiiri, poetikayı, anlam ve anlam kaymalarını, anlam bilimi, anlamın evrimini, yapısal sorunları 35 seneden beri kendine dert edinmiş bir yazar-şairi böyle ucuz ve hakikaten mide bulandıran na-veciz cümlelerle “vurmak” (eleştiri değil) fiilini bizler ne nedenlilik ne de nedensizleşme terimleriyle de açıklayamayız.
Sayın Enver Ercan derginin orta sayfasından yarım boy fotoğrafla poz vererek şiirini kendi editörüne yayınlatırken önce vicdanını iki avucuna alarak bu soruyu kendine soracaktı sonra o sayfaya “onay” verecekti: “Enis Batur kimdir? Bu güne kadar nelere imza attı, neleri, kimleri, hangi değerleri ortamımıza kazandırdı?”. Herhalde vicdani bilançosunun parmağı ağrımazdı, üstelik yazarlar sendikası başkanı olarak kurduğu dergicilik taç-saltanat koltuğunda bir ülkenin saygın ve de bugünlerde bir ekvator bitkisi gibi kendi sessiz dünyasına kapanan bir değerli yazara bu biçimde yakışıksız kalkan-kılıç gösterilmezdi. Ama galiba bir “hakikati” unutuyorsunuz, geçti artık sizlerin o “şaşı bak şaşır” numaralarınızın dönemi. Yeni kuşak okur, edebiyat kulvarının siyanur yudumlamış kuşağı yemez artık bu numaraları. Bu seslenişimiz ise son ve nihai sözcüklerimizdir, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da muhatabımız değilsiniz.
Bunca iç kanamadan sonra, yanıtınız ne olursa olsun, bizim açımızdan zerrece bir önemi yoktur, ama en azından işlerin hangi samimiyet ölçeğinde yürüdüğünü görmemiz açısından şansınızın hala soluk alıyor olması sıva tutmayan hecelerinize derman olur belki.
Her şairin, her şiirinin bir coğrafyası vardır, kara yelleri, geceleri, uykuları, kuyuları vardır, dili vardır, sözcükleri vardır. Her şiir, her dize bütün şairler için yeni bir deneyim, yeni bir dil sürçmesi, yeni bir dil zenginliği, dil serencamıdır. Enis Batur ya da şu an bildiğimiz, severek okuduğumuz şairlerden hangisi yazdıklarında “yeni oluşturulmuş bir felsefi- edebi kuram”dan, “yeni bir anlam biliminden” söz etmiştir? Onun yirmi beş yıllık sadık okurları olarak, böyle bir iddiayı hiç görmedik hiç okumadığımızı bildiriyoruz.
Ayağınızı denk alın ve yayınlarınızın ister ilk ister son sayfalarında son “vuracağınız” kişi ve ya kişileri seçerken çok ama çok dikkatli davranmanızı öneririz. Bu sizleri ciddiye aldığımız için değil, üstünü, başını pislettiğiniz edebiyat gömleği ve o kalemlere duyduğumuz hürmetten dolayı bizler için önemlidir.
Zeka bu kadar evrensel bir töz olan süreyi, tıpkı psişik sürede olduğu gibi durağanlaştırıp kristalleştirebilir sayın baş muharrir! Bunu ilk önce senin bilmen gerekiyor(du).
Ya da yine Enis Batur’un dediği gibi:
“kıllar ters dönüyorsa, içinden sakal bırakacaksın”!
Olmadı mı?
“Zamanın bilinci: zamana suikast..(E.M.CIORAN)” diyerek kara ütopyalara yelken açacaksın..

Zulüm ve karanlık perdelerle eş tutulan bir devranın ardından çiçeklenecek düşler-bir yerlerde- mutlaka vardır..

Ne mutlu ki Ruh Cerrahi değiliz.
Vesselam.

BORGES DEFTERİ MODERASYON GRUBU



1+1: Şiir.. // Aylin Güven, Ela Dincer


Image and video hosting by TinyPic


Şair Susuyor, Korkun

Şair susuyor
sustukça uzuyor yollar
şair yürüyor
yağmur
iki yanı ağaçlıklı bomboş bir yol
ve bir heykelin önünden geçiyor
bankta oturan bir adam, heykel
kimbilir kim, oraya oturtmuşlar
şair geçiyor önünden
adam, heykel, heybetiyle duruyor
şairin elinde şemşiyesi
ıslak yollarda
tek başına yürüyor
şair susuyor
sustukça uzuyor yollar

Şair gidiyor
çekip tetiği geçmişe
(bugüne yol, geleceğe yolcu)
açıp perdesini gökyüzünün
güneşi selamlıyor
şair konuşuyor
konuştukça ipler iniyor gökten
uçlarında dillenmemiş kelimeler
şairin başında bir yumak
çözdükçe çözüyor
şair yazıyor
yazdıkça uzuyor cümleler
anlar kısalıyor
kısaltın diyor şair cümleleri
uzasın anlar
çoğalsın hatıralar
sandıklar açılsın
çeyizler ortaya dökülsün
sonra bittiğinde defter
kapat kapağını sandığın
çık merdivenleri

Şair uyuyor
kulakları kapıda
gözleri düşlerinde
düşledikçe düş oluyor düşler
alıp birini yaşıyor soluksuz,
sevinç, acı, aşk, nefret, tutku
taşıyor hepsini göllerden denizlere
şair yazıyor
yolların ardını
yağmur yağıyor
şair yürüyor
yürüdükçe uzuyor yollar

Şair düşünüyor
çiy damlasını
sabah serinliğini
günü, geceyi, insanları
ay ışığını
düşündükçe başında
ormanların ağırlığı
kesmeli diyor bazı ağaçları
dese de biliyor
hiç kıyabilir mi bir şair bir ağaca
ağaç hasta, ağaç ölüyor
kesmeli, son vermeli bu acıya
şair ağlıyor
ağladıkça uzuyor yollar
önünden Endonezyalı bir kız geçiyor
genç mi genç
güzel mi güzel
ardından iki erkek
elele tutuşmuşlar
geçiyorlar şairin önünden
mutlu, rahat



Şair anlatıyor
anlattıkça dünya geliyor ayaklarına
şair bakıyor
ayaklarının ucundaki dünyaya
diyor ne büyüksün
gökyüzünü görüyor, yıldızları
diyor dünya ne küçüksün
avuçlarına alıyor,
eviriyor çeviriyor
sonra kendini görüyor
ufacık bir kum tanesi
kumsalda oturuyor tek başına
denize bakıyor, düşlerine
kocaman oluyor şair
dünya ayaklarının ucunda
şair büyüyor
büyüdükçe uzuyor yollar

Şair geliyor
dev adımlarla
küflü düşünceli minicik insanları
alıp ufalıyor sözcüklerinde
şair yazıyor
yazdıkça uzuyor yollar

Şair üşüyor
üşüdükçe titriyor kelimeler

Şair bakıyor
baktıkça görüyor
gördükçe içi yanıyor

Şair yaşıyor
çoğu zaman nefes almadan
hayrete düşerek

Şair ölüyor,
“gözünüzün önünde
haykıra haykıra”*


Aylin Güven
Londra
dip not: (*Can Yücel )


* * *


SOYUT ŞİDDET

her şeyin değişeceğine inanıyordu.
ağzına bir iz bırakayım istiyordu ağzımdan.

ben kendi çapsız çekirdeğimin yörüngesinde cisimsiz bir isimdim.
“maceralı şarkılar” söylemekle yatıştırmıştım ağzımı.
sakince eriyordum. ve boşluğa karışan zerremin uzaklardan seçilebilen
parlak
geri dönüşlü bir geçmişi yoktu.

o bekliyordu.
zordu yeryüzünün bütün bekleyişleri. öncesi düşünülmeyen ve
sonrası için bütün bütün adanmış ruhlar yaratan bekleyişler.
uçsuz bucaksız anı ormanından tek bir dal kesmeye yeltense el
gövdeden ayrılıverirdi
kanla tutuşurdu acı.
zordu yeryüzünün bütün bekleyişleri.

tarih kitaplarına benziyordu yüzü. her beklemede.
yumuşak ve inançsız sözlerle aldatılmış
savaş kahramanlarının ölgün bakışıyla yıkanmış ve gittikçe
ölü savaşçıların iradesine teslim bir kılıç keskinliğinde.

her sayfasına ayraç bırakır gibi ayırıyordu yüzünü benden
gelişimi beklemeye hazırlıyordu kendini.

cisimsiz bir isimdim ben. herhangi bir boşluğun içinde.
zerreye ve toza olan yakınlığımla tanırdım yankımı
gecenin günden ayrıldığı ışık oyunlarında karanlığın tekrarı
şiddetli soyut.
ki yankım olsun diye her doğumda
cinsiyetsiz aşklar yaratırdım: anlaşılması zor boşlukta/
yorgun düşen hayalleri olurdu onların.
benimse maceraya yenik her yanım: dağılıp yankılanmaktan.

yine de:
cisimsizliğime inanmasına yetecek kadar koklardım bazen her yerini
gözlerinden tuzlu su balıkları sıçrayıp atlardı ağzıma
göğüs kafesine dayadığım yüzümle titrerdi kalp atışı
böyle duyulur olduğunda bedeni:
yüksek dozda dokunmalarla
inandırırdım aldatıcı gerçekliğe
ağzı gerilir gerilir ve sonunda çığlığı
gerilip boşalan bir yayın fırlayıp gitmesi gibi
uzaklaşırdı kendinden.

/
inanmayı bıraktı sonunda: her şeyin değişeceğine.
uzak çağların ilkel çoğalışını tekrardan ibaretti hayat
ve kahramanlar doğuracak kadın kahraman değildi
bende şekillenen cisimsizlik:

zaman dışı zihnin dişi zamanları idi olsa olsa!


Ela Dincer

'şiddetin somut ihlallerinden düşlerimizi koruyan deftere sevgimle'



Uyanmak, soluk almak, susamak..// Şafak Çubukçu



I.

Bu ağaçta bütün ağaçlar
Bu martıda bütün martılar
Bütün ağaçlar da ağaçtan aklımda kalan
Bütün martılar da martıdan aklımda kalan
Ağaçtan aklımda kalanlar da yine bir martı
Martıdan aklımdan kalanlar da yine bir ağaç



II.
Karda erik çekirdekleri
Parmaklarını hohlayan çocuklar
martıların beyazı biteviye
gözlerini anımsatan aynalarda.

Kartopları vururken alnına
çığlıklarına karışıyor çocukların
bir bakış,yok ediyor uzayı
bir bakışın çağrışımı hatta.

Uyanmak,soluk almak,susamak
önceden tasarlanmış bir oyun
ben, sadece nesnenin hatırına
sözcüklere çağrılı davetsiz misafir

III.

Yüzünde geceleyen o esrik-gülüşün
sabahları,gövdenin dalgın güneş-açışına aldanıyor,
bu yorgun sabah bir başka geceden seni tanımasa
eğer,odayı gülüşünle değil cesedinle anımsayacak


IV.

Yeniden aşık olmak
yalanlar söylemek dünyaya karşı
çiçeğe gece ,geceye çiçek demek
korktuklarının başına geleceğini bilerek
gülümsemek sabahları,yağmur sularında
gözlerini anımsamak,eğilip bir çocuğun elini
tutmak,sarılmak dargın takvim yapraklarına
bekler gibi öpüşünü.
Yeniden aşık olmak
yorgun, yarıda atılmış sigarayı söndüren
bakış,yer- değiştiren uzam,öfkeye katılan
hıçkırık,bir yadsımayla anlam-kayması yaratan
tetikte-yürek.
İşte bu yüzden sevmiyorum yalanları
ve yeniden tanımlıyorum geceyi gece diye.



ŞAFAK ÇUBUKÇU


Rüya..// Melek Ekim Yıldız





Gözlerini açtı. Sessizlik. Kulak kesildi. Karanlık. Onu uyandıranın ne olduğunu düşündü, kalp atışlarını dikkate almadan. Hızla çarpmakta olan yüreğine dikkat etseydi, o tuhaf rüyayı hemen anımsayabilecek; tüyler ürperten dakikaları yeniden yaşayacak ve uyanışına anlam verebilecekti. Bir şey onu koruyordu: Bilinci? Belki . Gözlerini kırpıştırdı; olağanüstü bir durum olduğunun farkındaydı ve anlayamayışını uyku sersemliğine veriyordu; uyanma eyleminin tamamlanmamış olmasına. Ellerini alnına götürdüğünde terlemiş olduğunun farkına vardı şaşırarak.
Geceye baktı, karanlığa. Nesneleri yavaş yavaş seçebiliyordu, yine de karanlıktı. Korkmaya başlamıştı ama korkusu karanlığa değil, belleğinin canlanma olasılığınaydı. O hep olasılıklardan korkan biri olmuştu; gerçekleşen olasılıklar korkuyu hak etmezlerdi ki. Korkmak normaldi; insanoğlu korkularla dolu bir varlıktı. Korku değil miydi, tüm bu uygarlık dedikleri şeyin altında yatan temelde? Korkularıyla başa çıkmaya çalışan o zayıf varlık; kaçmak yerine – kaçacak yer mi var? – korkularıyla yüzleşmiş, çözüm üretmişti. Tüm bir insanlık tarihi de, tek tek bireysel tarihlerimiz de korku üzerine kurulu, diye düşündü. Kendi korkularının detaylarına girmeye niyeti yoktu, böyle gecenin bir karanlığı yatakta sırt üstü yatmış, kalbi küt küt çarpmakta iken. Yine de kapının önünde çöreklenmiş, pek de hayırlı olmayan o olasılık korkuyu düşünmekten başka çare bırakmıyordu.
Gözlerini kapadı, atasözüne inancından. Belleğinin zorlamasına teslim oldu: Ot. Ot’u anımsadı önce.



Bir uçurumun kenarında küstahça varlığını ilan eden, önemsizliğinin intikamını bir gün mutlaka zehriyle alacağının bilgisiyle o çorak toprağa tutunmuş çelimsiz varlık. Zehirli miydi? Muhtemelen. Daha da önemlisi, sen ot’a doğru yöneldiğinde içten içe biliyor muydun zehri? Onu ısırgan sanmıştın belki, düşüncenin ısırganlığına meyilli varlığını belki bu yüzden onu daha yakından görmek için sürüklemiştin o yalıyarın ta ucuna. Önce geride durup uzaktan izledin onu. Seni ona çeken gücü fark ediyor, direnmenin anlamsızlığını daha o zamandan biliyor ve öylece bakıyordun şimdilik. Cılız bir tedirginlik hissetsen de; “ kaçacak yer mi var “ ın bilgisi sende. Daima en büyük bilgeliğin oldu bu. Temkinli adımlarla yaklaşıyorsun ona. Zehrin kokusunu almışsın. Beynin uyarı sinyalleri gönderiyor: Ne yaparsan yap, sakın dokunma !

Dokunulmazlarım vardı eskiden, diye düşünüyor yattığı yerden. Sakinleşmeye başlayan bedeni, olasılığın gücünü fark edip teslim olan zihninin çok gerisinde henüz. Onlarca hoyrat elin, dokunulmazlığı görmezden gelip mıncıklayıp bir kenara attıkları; şimdi değersiz, rağbet görmeyen birer eski eşyaya benzeyen dokunulmazlarım, diye düşünüyor yeniden. Gözlerini açıyor, karanlık hükmünü sürdürmekte. Kurumuş boğazı ve şişmiş diline karşın, orada öylece yatacak. Gözler kapanıyor. Evet ot. O, tehlikesi zehrinde olmayan ot.



Ürktüğün zehirdi. Bu yüzden, ot seni o uçurumdan aşağı ittiğinde hiç şaşırmadığın kadar şaşırmıştın. Düşüyordun, birkaç saniye sonra yere çakılacak ve kim bilir kaç parçaya ayrılacaktın. Öleceğini biliyor ama en çok ot’un da kendini senin peşinden boşluğa bırakışına, dudaklarının hemen üstünde, neredeyse öpecek gibi, seninle düşüşüne hayıflanıyordun. Katilin ölürken peşinde, seninleydi.
Sırt üstü bir kayanın üstündesin. Tüm kemiklerin kırıldı, kafan kanlar içinde. Saçların kanla yıkanmışcasına ıslak. Kan ve acı her yerinde. Kayanın üstünde kolların ve bacakların iki yana açılmış yatıyorsun, kıpırdayamıyorsun. Hareket ettirebildiğin tek uzvun gözlerin. Gözlerin açılıyor, kapanıyor. Öyle acılar içinde orada yatıyorken ölüyor olduğunu biliyorsun. Ölüm çok yüksek bir olasılık şimdi. Ot, ot nerede, diye düşünüyorsun. Dudaklarıma konmuş olması gerekmez miydi? Canın bir sigara istiyor.

Kolunu yorganın altından çıkarıp, el yordamıyla sigara paketine ulaşmaya çalışıyor. Daha pakete dokunmadan boşalmış olduğunun farkında aslında. Ot nerede?

Adamın varlığını fark etmek, ölüyor olmaktan daha korku verici oluyor. Boş bakan gözleri ve donuk yüz ifadesi aklını başından alıyor. Biliyorsun. Ölümünü izlemeye geldiğini. Sen öleyazarken utanmaz gözlerini yüzünden çekmeyeceğini. Sana doğru uzanan elinin yardım eli olmadığının farkındasın. Kıpırdayabilsen kaçardın o dokunuştan. Ölmek üzereyken, dokunulmazların ne anlamı var ki? Oysa uzanan el sana değmeyecek. Adam elini üzerinde yattığın kayaya uzatıyor, hafifçe dokunuyor kayaya. Ve yavaş yavaş, öyle yavaş ki elinden gelse onu sırf bunun için öldürebilirdin, bir eli sana ait o ölüm yatağında, boş gözleri yüzünde etrafında dönmeye başlıyor. Gözlerinle takip ediyorsun onu ve artık ot’a ne olduğunu merak etmiyorsun. Seni o uçurumdan itti, peşinden geldi ve şimdi ölümünü izliyor. Solukların sıklaşmaya başladı, fazla zamanın kalmadığını biliyorsun ve o anda tek istediğin hem failin hem izleyicin olan o adamın çekip gitmesi. “git” demek istiyorsun “ git buradan”.

Kalkmak istiyor yataktan. Kalkıp herhangi bir şey yapmak. Bedeni sırılsıklam; yatağına mıhlanmış sanki. İlk kez, gerçekleşen bir olasılık, kelimenin tam anlamıyla, ödünü koparıyor.

Sesin çıkmıyor. Çıkmayacak elbette. Hızlı hızlı soluk alıp veriyorsun. Giderayak en önemli olanın, yapabileceğin kadar çok nefes alıp vermek oluşuna şaşırıyorsun. Ne hayatının en önemli anları canlanıyor gözünde ne de en sevdiklerin. Acıya karşın daha fazla nefes alabilmeyi ve etrafında dönüp duran failin istenmeyen varlığından kurtulabilmeyi istiyorsun sadece. Hangisini daha fazla istediğini bilemiyorsun üstelik. Gözlerini adamdan ayıramıyorsun. İradeni kendi gözlerine mıhlamış adam. Ne kadar güçlü, diye düşünüyorsun. Konuşsa, bir şey söylese varlığından bu kadar tedirgin olmayacaksın belki. Söz’ün anlamını bir kez daha kavrıyorsun o sözsüz katilinin varlığında. Yapabilsen, uzanıp o işlevini kaybetmiş organını, dilini, söküp çıkarmak isterdin yerinden. Ama bu yeterli bir intikam olmazdı biliyorsun. Gücünü sözsüzlüğünden aldığının farkındasın. Sonsuz sessizliğinden. Sen ölüyorsun, o hayat dolu. Az sonra son nefesini vereceksin ve o çekip gidecek hayata kaldığı yerden devam etmeye.

Yatağının yakınlarına bir bardak su almadığına hayıflanıyor. Göğsündeki sarsıntı, terleyen bedeni ve çıkmayan sesiyle yatağa hapsedilmiş sanki. Belleğine lanet okumaktan başka bir şey gelmiyor elinden.

Gözlerini adamın gözlerinden kurtarıp gökyüzüne çevirebilsen ;son göreceğin şey göğün maviliği olabilse. Yapamayacağını bilerek deniyorsun yine de. Adam aklından geçeni okur gibi. Alayla bükülüyor alt dudağı. Ot’un öpüşü gibi zehirli gülüşü. Nefes alıp vermek de önemini yitirdi; artık ölsem, diyorsun. Düşme meylimden kendine pay çıkaran bu taşeron tetikçinin varlığına karşın, artık ölsem. En büyük motivasyonun olan öfke, imdada koşuyor, failin gözünün içine baka baka ölüyorsun. Aklından geçen son düşünceyi okuyamadığından emin, ilk kez kendinden memnun, ölüyorsun.

Yataktan bedenini güçlükle kaldırıp, kendini banyoya atıyor titreyerek. Soğuk suyu yüzüne, saçlarına ve boynuna çarpıyor. Aynaya bakmaktan çekiniyor önce. Sonra başını kaldırıp kocaman açılmış gözlerine bakıyor.

"zehirli bir ot’un öpüşüne karşılık verdim." diyor.




MELEK EKİM YILDIZ


Ernest Hemingway ve Bir Aşk Masalı..// Çev.Sufi.



O eski günlerde parasızlıktan dolayı kitap satın almak pek mümkün değildi. Nihayet Shakspeare kütüphanesi üyeliğimi kabul ettikten sonra sevdiğim kitapları emanet olarak almaya aşladım.
Daha sonra Sylvia Beach kitapevini buldum. Odeon caddesi ve 12 No’lu binada yer alıyordu. Rüzgar geçidi soğuk caddede. Coşkulu bir mekandı, kış günlerinde ortamı ısıtan büyük sobasıyla ve kitaplarla dolup taşan rafları, yeni çıkan kitapları süsleyen vitrini ve yaşayan ya da ölen meşhur yazarların fotoğraflarıyla süslü duvarları vardı. Fotoğraflar sanki aceleyle çekilmiş türdendiler, ölmüş yazarların resimleri canlıymışlar gibi bakıyorlardı bize.
Sylvia’nın canlı ve coşkulu bir yüzü vardı, yüzündeki dümdüz ve pürüzsüz çizgilerle, küçük cüsseli hayvanların gözlerindeki ışıltıyı andıran kahve renkli gözleri, küçük kız çocuklarının sevincini andıran görüntüsü, pür telaş ruh hali, dakik, dikkatli ve hoş sohbet bir aşıktı.
Yaşamımdaki hiç kimseyle onunla kurduğum ilişki kadar sevgi dolu farklı bir ilişki olmadı.
Kitapevine ilk kez gittiğimde çok utangaçtım ve cebimde hiç param yoktu, kitap kartlarını benim yerime o doldurdu ve “ne zaman paran olursa ödersin, hangi kitabı istiyorsan, okumak istediğin ne varsa alabilirsin” dedi. Bana güvenmesi için bir sebep yoktu, çünkü beni hiç tanımıyordu, elinde sadece verdiğim ev adresim vardı. “Cardinal Lomenon Sokağı, NO 74”, kentte o mahalleden daha yoksul bir adres olamazdı. Bütün bunlara rağmen o denli coşkulu, çekici idi ki üstelik kitapevinin tavanına kadar, hatta avluya açılan arka odanın tüm rafları tıka basa kitapla dolu idi, kitap hazinesini sarıp sarmalayan bütün raflardan kitaplar fışkırıyordu.
Seçimime Turgenev’le başladım ve iki ciltlik “Avcının Anıları” ve D.H.Lawrence’in ilk eseri olan “Aşık Erkekler”(‘Aşık Kadınlar’, ‘Gökkuşağı’ gibi yapıtları Türkçeye aktarıldı, ilk yapıtı olarak bilinen ve Ernest Hemingway’ın vurguladığı eserinin dilimize aktarıldığını bilmiyorum-sufi.) kitabını seçtim, Sylvia daha fazla kitap almam için ricada bulundu, bunun üzerine ben “Savaş ve Barış”ı (C. Garnet’in çevirisi) ve Dostoyevski’nin “Kumarbazı”nı aldım. Sylvia: ”eğer bütün buları okuyacaksan erken dönmeye bilirsin” dedi.
-Neden? Döneceğim ve parayı getireceğim. Evimde bir miktar param var, dedim.
-Bunu demek istememiştim. İstediğin zaman parayı getirebilirsin.
(Sylvia’ya) Sordum, James Joyce buraya ne zaman uğrayacak?
-Genelde, öğleden sonra, geç saatlerde geliyor, hiç görmedin mi onu?
-Yo, hayır, onu ilk kez Misho’s Restaurant’da ailesiyle yemek yerken gördüm. İnsanlar yemek yerken onları izlemek doğru ve edepli bir şey değil. Sonra, Misho biraz pahalı bir yerdir.

-Yemeğinizi genelde evde mi yerseniz?
-Genellikle, iyi bir aşçımız var.
-Çevrenizde pek restoran yok sanırım.
-Siz nerden biliyorsunuz?
-(Yazar)Larbo orada yaşardı, orayı çok seviyordu, ama bölgenin yoksulluğundan ıstırap duyardı..
-En yakın yer Pantenon sayılır, ucuz ve fena bir yer sayılmaz.
-Ben oraları pek bilmem, biz genelde evde yemek yeriz, eşinizle beraber bekleriz, buyurun.
-İlk önce paranızı ödemeye bakacağız, daha sonra nazik davetinize bakarız, her şey için çok teşekkür ediyorum.
-Çok hızlı okumayınız..

Cardinal Lomenon sokağındaki evimizin iki odası vardı, sıcak su ve başka olanaklarımız hiç yoktu.
Michigan’ın alışık dış tuvaletlerini dezenfekte etmek için evde devamlı tutulan bir kase dezenfektan sıvı kimi rahatsız etmez ki? Ama evin genel manzarası mükemmeldi, yaylı bir yer yatağımız bile vardı ve sevdiğim fotoğraflar evin duvarlarında yer alıyor. Coşku ve sevinç dolu idi evimiz. Elimdeki muhteşem kitaplarla eve varır varmaz durumu eşime anlattım.

-“Ama Tati, bugün gidip kitapların parasını ödemen gerekir”, dedi.
-Elbet ki gideceğim, ikimiz birlikte gideriz. Sonra nehir kıyısındaki caddeden yürüyerek eve geri döneriz.
-Gel birlikte Sein caddesine gidelim ve bir sanat galerisini gezelim, mağaza vitrinlerini seyredelim.
-Muhakkak gelirim. Kimselerin tanımayacağı, bizimde kimseyi bilmediğimiz, tanımadığımızı bir Cafe’ye gideriz,hatta dilediğin yönde bile yürürüz.
-…
-Sonra başka bir yerde çay içeriz, yemek yeriz.
-Yo, hayır, unutma ilk önce kitapevinin parasını ödemeliyiz.
-Sonra birbirimizden başka kimseye aşık olmayacağız.
- Evet, Asla.
-Ne güzel bir öğlen, yemek yiyelim mi?

Açım, dedim. Bu gün sadece bir fincan kahve içtim.(Hemingway genelde Cafe’lerde yazardı, ara sıra
küçük bir otel odası kiralardı, sırf dingin bir ortamda yazabilmek için-sufi).

-Nası,l bir şey çıktı mı Tati?
-Fena sayılmaz, ya da öyle temenni ediyorum, öğlen yemeğine ne var?
-Patates püreli koyun ciğeri, Salata, Turp, ve Elma Tartı..
-Ve artık tüm dünyanın kitapları okumak için elimizin altındadır, yolculuklarımızda bile yanımıza alabiliriz kitaplarımızı.
-Çok onurlu bir iş, değil mi?
-Elbet ki.
-James Joyce’un yapıtları da var mı orada?
-Elbet ki var.
-Aman tanrım, böyle bir yeri bulduğun için ne çok mutluyum..
-“Biz her zaman mutluyuz”, dedim, ama ahmaklık ettim, o an tahtaya vurmadım, oturduğumuz yerin her yanı “tahtaya vurmam için” dolup taşıyordu..(Tahtaya vurmak biz Anadolu insanıyla beraber Portekiz ve İspanyolların da halk geleneğidir, sanırım Ernest Hemingway bu geleneği İspanya yolculuğunda öğrenmiş-sufi.)


ERNEST HEMİNGWAY
Çeviri: Sufi.

Tortusunu kıyıya bırakmış ırmağın ulaştığı duruluk ve aydınlık yüreğinizi okşasın, daima. Kitap aşkı, okumak aşkı yeryüzünün en görkemli kazanımdır. Aşksız ve kitapsız mı? Asla!/sur.







Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***