“Tüy bile değil korku aşk karşısında” demiş Selçuklu uygarlığının parlayan cismi azamı sufi dostu Rumi.
Diyorum ki anlamsız ve dayanaksız şu toprak üzerinde durmak çok zordur, dünya bu kadar da hesapsız bir yer olamaz. Hür’ü okuduğum zaman, çevirilerinden tutun kendi kısa öykülerine kadar, sanki yeryüzünün en dokunaklı şiirlerini okuyor gibi oluyorum. Tazeliğini, içten sesini hiç yitirmiyor. O bana korkak zahidleri değil, şimşek misali uçan arifleri anımsatıyor. Genet’in Giacometti dilinden aktardığı görsel karenin ihtişamına bakar mısınız?
En son kim, hangi gövde ve nasıl, ne zaman, nerde sizin için süslendi? Veya sadece “otobüs mü kayar” gider, hayatın kendisi ne ki? Ölüm? Aşk?
Aşk dedim, M.Robert’i anımsadım, gelir durduk yerde Kafka’yı “aşktan” bir şey anlamayan birisi olarak tanıtmaya çalışır. Bilmiyorum, madde ile ruh dengesini nasıl çözümledi ki sevdiğim yazar M.Robert, sonra bu akla sığmaz yargıya bu denli acelece varır. Kafka her ne kadar doğup büyüdüğü kentten nefret etse de, dönemin kısır politik çekişmelerinden usansa da, bir “tutsak” gibi davranmadı asla, yaşamını sürdürmek için önceki inancını terk ederek tam karşıt olan değerleri de benimsemedi.
“Şu gizli kalan” diyor Giacometti, nedir? Kimden, neyi saklı tutar insanoğlu? Gövdenin kendisi böyle bir sır küpü olmasın? “Gizli” kalanla konuşmak biraz Michaux gibi sağırla karşılıklı konuşmaya benzer, sözcüklerin korkunç öcünden arınmış, “fil hakikat” an gibi. İşte böylesi bir konuşmada biz ancak derinde o en ölümsüz yanın adını da koyarız, onu yaşatmak, tek bir bölüme tutsak kalmamak, sonsuz bütünlüğe ait olmak ise yine size bağlıdır.
Yunanlı Diogenes’i bilirsiniz, Doğulu filozoflar kadar renkli bir kişiliğe sahiptir, hatta insan soyunun en övgüye layık bilgelerinden birisidir dersem sanırım hiç abartmamış olurum. Antik dünyanın Diogenes’leri çoktur aynı bizim Nasreddin gibiler, nükte dan ve alemin seyre durduğu varlıklar.
Diogenes, gelip de Giacometti’yi okusaydı muhtemelen çıldırdı, çünkü Diogenes için “süs”,”makam-menzilet”, dünya mülkü bir sinek vızıltısı bile değildi.
“Hiçbir düşmanım yoktur, her şey yolunda. İşte bana bakın. Beni rencide eden mi oldu? Yaralandım mı? Korkudan kaçtım mı?” diyordu sürekli, bakışımızı çevremize yöneltelim şu aklından çok emin modern insanın yüzüne, hani Diogenes’in sözünü ettiği o türden insanlar nerde?
Onlar ki kendimizden başka korkulacak bir şey olmadığını söyler dururlar.
Tarih süresince neredeyse bütün dramlara konu başlığı olanlar zorbalar, krallar, sefalet içinde debelenen sözde “zengin” ama özünde Hint fakirinden de beter bir haleti ruhiyede iç cehenneminde debelenenlerdir, huzur, dinginlik, saflıktan zerre kadar eser yok onlarda, ne Tanrıya ne yeryüzüyle ne de yaşamla bir tür sükun dengesini sağlamayanlar, işte bunlardır okuduğumuz trajedilerin, dramların belirgin-cılız gölgeleri. Bütün insanların benimsedikleri değerler, anlamlar vardır.
Karışıklıklar, huzursuzluklar nereden çıkıyor sanıyorsunuz? Bu ortaklaşa anlamların özel olaylara uygulanmasından. Adalet ve iç temizlik şüphesiz önemlidir, ama dünya çok mu adaletli? Böyle olsaydı Akhilleus ile Agamemnon çoktan anlaşmışlardı. Ve dünya sürekli burnunu kaşıyan Bush veya Hitler diye bir caniyi hiç tanımamış olacaktı muhtemelen. Benimsediğimiz değer uğrunda yiğitçe davranmak zorundayız. Tanrıya bir kez gönlü verirsin, adaleti, hakkaniyeti bir kez çağırırsın, bir kez seversin yaşamı, mücadeleyi direnci, bir kez ölürsün, bu yolların dönüşü yok, olmamalı, caydığın anda için şiddetle süslenir! İşte yine Giacometti’nin “süs” kelimesine vardık.
Yeni yeni toparlanıyorum azap bahçelerinden. Haftalarca, aylarca kimselerin yüzünü görmedim, izbe sessiz odalarda tuttular beni, yeryüzünü terk etmemem için, kollarımda delinmemiş, parçalanmamış damar kalmadı, bırakmadım kendimi, ama en çok okuyamamak ağır geldi.Benim için esirimi(tenimi) mülkün sahibine doğru salı vermek zor değil, ten gider, ruhum asılı durur şu evrenin bir yerlerinde, bu duruma “askı” olmak derim ben. İnsanlar başka bir şeyi sürekli unutuyorlar, sanırlar ki yıkılışları hep güven, ihtiyatlarını kötü kullanmaktan gelir, oysa şu ucunu, bucağını bilemediğimiz düşünce deryası bir anda sizi geyik gibi avlar, biz dilediğimiz kadar kendimizi kollayalım ve çareler arayalım. Yok ki bir çaresi, diri diri gömülme deneyimini yaşarken tatmayanlar özgürlüğün ne olduğunu kavrayamazlar, sadece özgür oldukları sanısıyla ömür tüketirler.
Dahilde ve hariçte bir olasılık hepimiz için bekler, bir başkasından arzularının gerçekleşmesini bekleme, umudun kurnazca kurduğu tuzaklara düşmemek gerekir, ben de ara sıra hepiniz gibi kaybolurum, demek boşu boşuna sevindi dünya, yeter ki birlikte kaybolmayalım, yekdiğerimize fazla bir katkımız olmaz o zaman…
“Bir karga, ötüşü ile sana kötü bir haber verdiği vakit, sana bir karganın değil, Allah’ın seslendiğini sanıyorsun. Seni olgun ve bilgili bir kimse uyandırdığı vakit de, bir filozofun değil, Allah’ın uyandırdığına inan”…
Sizleri hep bilge insanlar uyandırsın, karanlıklardan ancak böyle sıyrılabilirsiniz.
Hür Yümer o güzel insan, yine sen geldin tıkladın kapımı, nur içinde uyu…
Selam,
Muhabbetle,
Hu.
Sufi.