Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



Inti Illimani // Çeviri: Ulaş Başar Gezgin



Çingene

Flütlerin, ateşlerin anayolunda,
Bir öbek Çingene ve kıvılcım.
Ta baştan sonsuza, yürüyoruz yarına
Işıklı bir kent, karanlıkta.
Evimizdir bizim, toprak,
Ve bulunduğumuz yerdir evimiz.
Sevgiyle kalbimizde
Devam yola, yola, yola.
Zamanıdır Çingene raksının.
Hayal kırıklığının anayolunda,
Aşarak metal ve gözyaşlı kentleri,
Sallantılı yarınlara mı koşuyoruz sonsuza dek
Korku konulu bir senfoni çalınırken.
Evimiz olmazsa toprağımız artık,
Evimiz olmaz o zaman, bulunduğumuz yer de
Ve değildir aşk, bu kollarda.
Yürür mü yaşam o zaman
Zamanıdır Çingene raksının.

Ölüm ve deliliğin anayolunda,
Suya düşecek, imha planları.
Sonsuza dek bağlı olarak yeryüzüne
Ve çocuklarımıza,
Yanıtlıyoruz tutkulu çağrıyı.
Yaşamımızdır bizim, toprağımız.
Kollarımıza gelerek tüm bir aşk,
Devam yola, yola, yola.
Zamanıdır Çingene raksının.
Flütlerin, ateşlerin anayolunda,
Bir öbek Çingene ve kıvılcım.
Şimdi ve sonsuza dek, yürüyoruz yarına
Işıklı bir kent, karanlıkta.
Evimizdir bizim, toprak,
Ve bulunduğumuz yerdir evimiz.
Kalplerimize gelerek tüm bir aşk,
Devam yola, yola, yola.
Zamanıdır Çingene raksının.
Söz: Holly Near, Müzik: Jose Seves
İngilizce’den özgün metinden çeviren:

Ulaş Başar Gezgin- Ho Çi Min Kenti, Vietnam


Dağlarca..ağlatınca...// defter






FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA VEFAT ETTİ...
Koca yürek, şiiri, dilini("dilim benim bayrağımdır" dediği)
terk ederek, onu, dünyasını, şiirini sevenleri
derin bir acıya boğdu..
Hepimizin başı sağolsun.



BORGES DEFTERİ



Önemli not:

F.H.Dağlarca; Anadolu diyarının o ulu çınarı, zor geçen uzun hastane yaşamından önce, kendi evinde gerçekleştirilen "bezmi elest" sohbetinde hepimizi çok şaşırtacak , çok şey öğretecek sözler söylemişti...
SONDAN BİR ÖNCEKİ SÖZLER...
YAYINA HAZIRLANIYOR!

(bir-iki gün içerisinde bir kısmı hazır olur..)

Yüce hatırası önünde saygıyla eğilerek..

Defter









RAHATLIK//F.H Dağlarca







Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine çiçekler açacak dallarda.
Dallarda açan çiçekler gibi,
Yine çocuklar uyuyacak masallarda.
Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine uykular havuzda dibe gidecek.
Havuzlarda kaybolan uykular gibi,
Yine çocuklar mektebe gidecek.
Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine göklerden mavi gölgeler inecek yere.
Toprağı nurlandıran mavi gölgeler gibi,
Yine çocuklar gülümseyecek, askerlere.
Sen büyüdüğün vakit çocuğum,
Yine meltemler geçecek denizlerden.
Denizlerden geçen meltemler gibi,
Yine çocuklar olacak, rahatlık veren...







Som Türkçe / Mehmet İşten



Vakta Lale demiş ki: Türkçe şiir için uygun bir dil değil
Remzi boş bulunmuş, hayır, demiş, Lale hanım, yanılıyorsunuz
Türkçe şunun şurasında kaç dilden biridir görkemli şiiri olanından
Bana bunu anlatırken yazıklandıydı, hata ettiğini düşünüyordu

Türkçe’nin eylemlere dayalı bir dil olduğunu
Ve dahi mücerred sözcük oranının çok düşük olduğunu
Böyle bir dille yazılan şiirin de eh işte
geldim çocuk düştü rüzgar esti
Olacağını söyledimdi de güldüydük.


Doğruydu, Türkçe şiir için uygun değildi vesselam
Da sonra sonra ayaklarımız suya erdiydi
Türkçe şiir yazmaya uygun olmadığı gibi felsefe yapmaya ve bilim üretmeye de uygun değildi,
yani ki Türkçe medeniyet dili değildi
Ne güzel!...

Türkçenin medeniyet dili olmadığı yönündeki saptama bazı bilim adamlarına küfür gibi geldiği için sürekli Türkçenin ne muhteşem bir dil olduğunu göstermeye çalışıyorlar, Göktürk yazıtlarından örnekler vererek;

(
Göktürkçe yazılmış Orhun Yazıtları, ayrı ayrı 900 sözcük içermektedir. İlk bakıldığında az gibi görünen bu söz varlığını bir buzdağına benzetilebiliriz. Bu bağlamda, yapıtlarda bulunmayıp da sözlü dilde yaşayan sözcükler vardır. Yazılı olan ayrı ayrı 900 sözcük içinde de birçok soyut ve somut anlamlı, eş anlamlı, çok anlamlı örnekler bulunmaktadır.(…)
Hepsini buraya alamayacağımız diğer örneklerle birlikte Eski Türkçenin çok zengin bir soyut kavramlar dünyasına sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.(…)
Kimi kişilerin veya çevrelerin zaman zaman dile getirdiği bir konu var: “Türkçe yetersiz, yoksul bir dil. Çünkü, en önemli sözcükler Türkçe kökenli değil.” Bilgisizlikten, bilinçsizlikten, aşağılık takıntısından ya da planlı, kasıtlı kimi eylemlerden kaynaklanan bu görüş kesinlikle gerçekleri yansıtmamaktadır.*)

Çoğu milliyetçi ve kafatasçı olan bu bilim adamları ellerine tutuşturulan cetvelle ölçerek Türkçeyi diyesiler ki:
Türkçe zengindir Fransızca kadar ve Latince kadar.
Çünkü akılları ele geçirilmiş ve mükemmel dil soyutlama yeteneği fazla olan dil hesaba göre. Oysa deseler ya dillerin soyutlamaya yöneldiği an insanın ele geçirildiği andır ve doğal yaşamından koparıldığı. Türkçe en son teslim olandır bir yerde, hatta hâlâ takip edilebilir onların dillerinden medeniyet öncesi insanın yaşamı.



Şiire geri dönersek;
Türkler yaşıyorlardı, sular akıyorlardı, ağaçlar yapraklarını döküyorlardı
Avlanıyordular ve aşık oluyordular
kendi dillerince

Böylesi doğrudan bir millet,
vakıa bir yere yerleşmeleri ferman ile
bile mümkün olmamış idi,
Yazları yaylakta ve kışları kışlakta idiler
benzetmesiz bir millet idiler.
(söz sanatları bakımından ne kadar ‘gelişmiş’se bir dil
bilinir ki özünden o kadar uzaklaşmıştır)

Modern, postmodern, sitüasyonist, durum, felsefi bilmemne…
aramızdaki mesafe na bu kadar olmuş doğal sözle.
Artık yazılmaya çarşıda pazarda dergahta meydanda sahte dille şiir
güneşler batsın öylecene
Yapraklar uçuşsun rüzgarda sadece


- ŞİİR 1-

Çiçekler açar
Solarlar teker teker
Rüzgarla gelir
Kar ya da kelebekler
Sorsan bir taşa
Habersizdir bunlardan


-ŞİİR 2-

Kaplan gülümser
Seni seviyorum der
Sana bir yılan
Kötü insan oluruz
Duydukça yalan

Ve şimdi 2008 çürükleri olarak kirlenmiş akıllarımızla onların yaşamından ve şiirinden zevk alamıyor oluşumuz da ne güzeldi, ve şiirlerinin ‘estetik’ düzeyini aşağı görmemiz ne güzeldi…

Türkçenin şiir dili olmadığı konusunda haklı olan “medeni ölçülerde mistik” Lale hanım sonuçta gene haksızdı ne güzel! Onun batıdan dolaşarak gelmiş oryantalist mistisizminin gelip tıkanacağı yer var idi sonuçta.
Ama gene de övünebilirler bilimum şüreka ….onlar ki böyle zayıf bir dil ve kültür içinde şair olmayı başarmışlardır. Onlar için ne yapsak azdır.
Ben Yekta, Akçaburgazlı, bunu pek hoş buluyorum!....

Mehmet İşten

(*):- Türkçe ile ilgili makale alıntısı Türkcan Araştırma Öbeği bülteninden
- Şiir 1 ve Şiir 2 Chuck Palahniuk’un Dövüş Kulübü adlı romanından ilginç bir biçimde.


Tüy bile değil korku aşk karşısında..// Sufi.



“Şu gizli alan, varlıkların,-aynı zamanda şeylerin de-sığındığı şu yalnızlık, sokağa onca güzellik katan; diyelim otobüste oturuyorum, dışarıya bakmak yeter. Otobüsün kayar gibi indiği bir sokaktayız. Herhangi bir yüz ya da duruşa takılıp kalma ihtimalimi ortadan kaldırmak için oldukça hızlı gidiyorum; hızım bakışımdan mütekabil bir hız bekliyor, inanılır gibi değil, benim için süslenmiş, tek bir yüz, tek bir gövde, tek bir duruş yok..”
Jean Genet
Giacometti’nin Atölyesi
Çeviri; Hür Yümer(metis yayınları)



“Tüy bile değil korku aşk karşısında” demiş Selçuklu uygarlığının parlayan cismi azamı sufi dostu Rumi.
Diyorum ki anlamsız ve dayanaksız şu toprak üzerinde durmak çok zordur, dünya bu kadar da hesapsız bir yer olamaz. Hür’ü okuduğum zaman, çevirilerinden tutun kendi kısa öykülerine kadar, sanki yeryüzünün en dokunaklı şiirlerini okuyor gibi oluyorum. Tazeliğini, içten sesini hiç yitirmiyor. O bana korkak zahidleri değil, şimşek misali uçan arifleri anımsatıyor. Genet’in Giacometti dilinden aktardığı görsel karenin ihtişamına bakar mısınız?
En son kim, hangi gövde ve nasıl, ne zaman, nerde sizin için süslendi? Veya sadece “otobüs mü kayar” gider, hayatın kendisi ne ki? Ölüm? Aşk?
Aşk dedim, M.Robert’i anımsadım, gelir durduk yerde Kafka’yı “aşktan” bir şey anlamayan birisi olarak tanıtmaya çalışır. Bilmiyorum, madde ile ruh dengesini nasıl çözümledi ki sevdiğim yazar M.Robert, sonra bu akla sığmaz yargıya bu denli acelece varır. Kafka her ne kadar doğup büyüdüğü kentten nefret etse de, dönemin kısır politik çekişmelerinden usansa da, bir “tutsak” gibi davranmadı asla, yaşamını sürdürmek için önceki inancını terk ederek tam karşıt olan değerleri de benimsemedi.
“Şu gizli kalan” diyor Giacometti, nedir? Kimden, neyi saklı tutar insanoğlu? Gövdenin kendisi böyle bir sır küpü olmasın? “Gizli” kalanla konuşmak biraz Michaux gibi sağırla karşılıklı konuşmaya benzer, sözcüklerin korkunç öcünden arınmış, “fil hakikat” an gibi. İşte böylesi bir konuşmada biz ancak derinde o en ölümsüz yanın adını da koyarız, onu yaşatmak, tek bir bölüme tutsak kalmamak, sonsuz bütünlüğe ait olmak ise yine size bağlıdır.
Yunanlı Diogenes’i bilirsiniz, Doğulu filozoflar kadar renkli bir kişiliğe sahiptir, hatta insan soyunun en övgüye layık bilgelerinden birisidir dersem sanırım hiç abartmamış olurum. Antik dünyanın Diogenes’leri çoktur aynı bizim Nasreddin gibiler, nükte dan ve alemin seyre durduğu varlıklar.
Diogenes, gelip de Giacometti’yi okusaydı muhtemelen çıldırdı, çünkü Diogenes için “süs”,”makam-menzilet”, dünya mülkü bir sinek vızıltısı bile değildi.
“Hiçbir düşmanım yoktur, her şey yolunda. İşte bana bakın. Beni rencide eden mi oldu? Yaralandım mı? Korkudan kaçtım mı?” diyordu sürekli, bakışımızı çevremize yöneltelim şu aklından çok emin modern insanın yüzüne, hani Diogenes’in sözünü ettiği o türden insanlar nerde?
Onlar ki kendimizden başka korkulacak bir şey olmadığını söyler dururlar.
Tarih süresince neredeyse bütün dramlara konu başlığı olanlar zorbalar, krallar, sefalet içinde debelenen sözde “zengin” ama özünde Hint fakirinden de beter bir haleti ruhiyede iç cehenneminde debelenenlerdir, huzur, dinginlik, saflıktan zerre kadar eser yok onlarda, ne Tanrıya ne yeryüzüyle ne de yaşamla bir tür sükun dengesini sağlamayanlar, işte bunlardır okuduğumuz trajedilerin, dramların belirgin-cılız gölgeleri. Bütün insanların benimsedikleri değerler, anlamlar vardır.
Karışıklıklar, huzursuzluklar nereden çıkıyor sanıyorsunuz? Bu ortaklaşa anlamların özel olaylara uygulanmasından. Adalet ve iç temizlik şüphesiz önemlidir, ama dünya çok mu adaletli? Böyle olsaydı Akhilleus ile Agamemnon çoktan anlaşmışlardı. Ve dünya sürekli burnunu kaşıyan Bush veya Hitler diye bir caniyi hiç tanımamış olacaktı muhtemelen. Benimsediğimiz değer uğrunda yiğitçe davranmak zorundayız. Tanrıya bir kez gönlü verirsin, adaleti, hakkaniyeti bir kez çağırırsın, bir kez seversin yaşamı, mücadeleyi direnci, bir kez ölürsün, bu yolların dönüşü yok, olmamalı, caydığın anda için şiddetle süslenir! İşte yine Giacometti’nin “süs” kelimesine vardık.
Yeni yeni toparlanıyorum azap bahçelerinden. Haftalarca, aylarca kimselerin yüzünü görmedim, izbe sessiz odalarda tuttular beni, yeryüzünü terk etmemem için, kollarımda delinmemiş, parçalanmamış damar kalmadı, bırakmadım kendimi, ama en çok okuyamamak ağır geldi.Benim için esirimi(tenimi) mülkün sahibine doğru salı vermek zor değil, ten gider, ruhum asılı durur şu evrenin bir yerlerinde, bu duruma “askı” olmak derim ben. İnsanlar başka bir şeyi sürekli unutuyorlar, sanırlar ki yıkılışları hep güven, ihtiyatlarını kötü kullanmaktan gelir, oysa şu ucunu, bucağını bilemediğimiz düşünce deryası bir anda sizi geyik gibi avlar, biz dilediğimiz kadar kendimizi kollayalım ve çareler arayalım. Yok ki bir çaresi, diri diri gömülme deneyimini yaşarken tatmayanlar özgürlüğün ne olduğunu kavrayamazlar, sadece özgür oldukları sanısıyla ömür tüketirler.

Dahilde ve hariçte bir olasılık hepimiz için bekler, bir başkasından arzularının gerçekleşmesini bekleme, umudun kurnazca kurduğu tuzaklara düşmemek gerekir, ben de ara sıra hepiniz gibi kaybolurum, demek boşu boşuna sevindi dünya, yeter ki birlikte kaybolmayalım, yekdiğerimize fazla bir katkımız olmaz o zaman…

“Bir karga, ötüşü ile sana kötü bir haber verdiği vakit, sana bir karganın değil, Allah’ın seslendiğini sanıyorsun. Seni olgun ve bilgili bir kimse uyandırdığı vakit de, bir filozofun değil, Allah’ın uyandırdığına inan”…
Sizleri hep bilge insanlar uyandırsın, karanlıklardan ancak böyle sıyrılabilirsiniz.
Hür Yümer o güzel insan, yine sen geldin tıkladın kapımı, nur içinde uyu…

Selam,
Muhabbetle,
Hu.

Sufi.




Ekim 1469 ve yeni felsefi denklemelerin başlangıcı../defter



Ekim 1469 ve yeni felsefi denklemeler
Platon'un İstanbul-Floransa arasındaki seyrüseferi!..

Bizans’ın kapı anahtarları 29 Mayıs 1453 tarihinde Osmanlı ordusu tarafından değişikliğe uğradığı ve bir dönemin tamamen sona erdiğini tarihin hafızasına kaydeden Sultan Fatih o ince zekasıyla bir şeyin çok iyi farkındaydı, içine ve de dışına adım attığı yorgun bir uygarlığın mirasını korumak, kollamak gerekliliği. Ergenlik yıllarında eğitimini aldığı, tamamladığı Rumca-Grekçe, Farsça, Arapça dilleriyle beraber bu dillerin tarih-felsefe-edebiyat birikimine de o dönemin koşulları çerçevesinde kapsayıcı biçimde vakıftı, o bir gerçeğin daha bilincindeydi -Bizansın felsefe alanındaki gizli hazinleri-...Grekçe temelli ve daha ziyade antik yunan döneminden beslenen ama kendine özgü yorumları da getiren birikim mantık bilimi meraklısı genç bir zihni de tırmalıyordu. Fatih’in adım attığı kent(o dönemdeki adıyla:Konstantinopolis) Justinyen dönemin parlak sayfalarını kapatmıştı ve kent kütüphanelerinin parlak-donanımlı zamanı gerilerde kalmıştı, 1203 yılı Latin istilası(1261’e kadar devam eder) kentin tüm kültürel-politik kodlarını temelden tahribata uğratır. Bu saldırı Emevilerin 722 yılındaki saldırılarıyla kıyaslanamaz ölçülerde tahripkardı, Emeviler(I.Velid dönemi) kentin sadece Galata bölgesine girerek bugünkü adıyla Arap Camii inşa ederler-(hala sessizce bir kıyıdan İstanbul tarihini izler durur), kısa bir süre sonra I.Velid ordusu geri çekilir ardından 782 yılı Abbasi dönemi ve kentin tümden haraca bağlandığı yıllar da tarihin belleğinde yer edinir. 1437 yılında Cenovalıların "fetih" denemesi yenilgiyle sonuçlanır ama Cenovalılar kentin kütüphanesi ve kültürel birikimin bir kısmını yağmalamaktan geri kalmazlar, sonraki zaman dilimlerinde geriye kalan önemli arşivler ise Bizans yönetim kademesi ve üst düzey yetkililer tarafından İtalya’ya gönderilir, yani Sultan II. Mehmet Fatih’in o çok arzuladığı ve okumak için can attığı ve o güne kadar eksiksiz olarak korunan Platon külliyatı o kente girmeden kısa bir süre önce Floransa’ya kaçırılmıştı. İstanbul’dan kaçırılan bu çok önemli felsefe arşivi Floransa’da Marchello Fi Chino’ya teslim edilir, aynı zamanda antik Grekçe dil uzmanı da olan Chino bu eşsiz hazineyi (anlaşılır bir dille) çevirmek için tam 16 senesini verir ve Ekim 1469 yılında Platon'un tüm yapıtlarının çevrilme işinin bitişiyle beraber Avrupa başka bir çağın eşiğine dayanır.
Aristo-Platon-İbn-i Rüşt , İbn-i Sina’nın önce Latinceye sonrasında sırasıyla Fransızca, İngilizce, Almancaya aktarılışı Avrupa aydınlarının önünde yepyeni bir ufkun müjdecisi olur. Unutmayalım ki Batı'lı aydınlar ilk kez Platon'un adını 12.Yüzyılda ilk kez Batı dillerine çevrilen
İbn-i Sina'nın "Sofistik Deliller" ve "Yorum Üzerine", ve diğer felsefi yazılarında okudular, tanıma fırsatı buldular...
Böylece Platon'un asırlar süren o tuhaf arşiv yolculuğu 1469 yılında son bulur.
Topkapı kütüphanesi hala çok değerli belgeler ve el yazma kitapları barındırıyor, Leonardo Da Vinci'nin kısa notlarından-el yazılarından tutun, büyük Doğu şairlerinin nerdeyse ölümleriyle eş dönemli el yazma yapıtlarına kadar tümü bir adım ötemizdeler, saray müdürü Sn.Ortaylı'nın çığlığını duymamak mümkün mü?
-"bu zengin ve eşi-benzeri bulunmaz arşiv, meraklı araştırmacı veya okurlarını ağırlamaya her zaman hazırdır, ama nerdeler?"
İlber Ortaylı hocamız da bilirler elbet "bir şimşek ve sonrası gece" masalını, bu kent ve onun mirasını daha o ilk adımda korumayı düşünen genç (21 yaşındaki dahi bir komutan) şimdilerde hüzün ummanında mı gark? Bu kent hala insanı büyüleyen aşktır, işte o aşktır ki bugünlede kentin 8000 yıllık tarhinden hepimizi tekrar selamlıyor.
Yetenekliler eskiden şehzadelere hizmet etmekten gurur duyarlardı, ya şimdilerde?
Düşlerini paylaşan ve aklının perdesini kalenderce kaldıranlar saygı görüyor.. güzellik yürekte arzulanmalıdır, gözde değil. Ama gelin görün ki o arşivlerin hala zarfı da mazrufuda çok güzel..ne yazık ki sinema yönetmeni Bilge Ceylan'ın deyimi ile "çok yalnız"..
Saygıyla,
BORGES DEFTERİ


Meleğin Selamı / Gerhard Scholem



"Hazırım kanat çırpmaya
"dönersem," derim, "dönersem geriye"
Bir an daha kalırsam burada
Korkarım hiç dönemem diye."
-Gerhard Scholem-(Meleğin Selamı)


Walter Benjamin'in en çok sevdiği şiirlerden...sonra ilave eder:
"tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir.."


Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***