Borges Defteri:Edebiyat-Plastik Sanatlar-Sinema- Müzik Eksenlidir...



BANKSY-SOKAKLARIN DİLİ






BANKSY ile gerçekleştirilmiş en uzun söyleşi:(*)

Gerçek kimliğini halen gizli tutuyorsun. Hiç kimliğini açıklamayı düşündün mü ya da düşünüyor musun?

- Popüler olmak veya ortaya çıkmakla hiç ilgilenmedim. sanırım, önünüzde çirkin suratlarını göstermek için can atan yeterince kendini beğenmiş salak var. gidip ufak çocuklara büyüdüklerinde ne olmak istediklerini sorun, alacağınız yanıt şudur: "ünlü olmak istiyorum." sorduğunuzda sebebini ya bilmezler ya da önemsemezler. ben sadece iyi görünen resimler yapmaya çalışıyorum, kendim iyi görünmeye çalışmıyorum. modayla filan alakam yok. genelde benim yaptıklarımdan çok daha iyilerini de sokaklarda görüyorum. ayrıca biliyorsun polisle ilgili çalışmalarım var. diğer yandan, benim gerçekliğim 15 yaşındaki bir grup çocuk için büyük bir hayal kırıklığı yaratabilir.

Graffitiye nasıl başladın?

- ingiltere'nin güneyindeki ufak bir kasabadan geliyorum. ben 10 yaşlarındayken "3d" denilen bir çocuk sokak duvarlarına resimler yapardı. sonra 3d resim yapmayı bıraktı ve massive attack grubunu kurdu. onun için iyi bir şeydi ama kent için büyük bir kayıp oldu doğrusu. graffiti okulda hepimizin yapmayı sevdiği bir şeydi. herkes yapardı bunu.

"Sokak sanatı" giderek "cool" bir kelime olmaya başladı. graffiti hakkındaki tanımın nedir?

- Graffitiyi, bu kelimeyi seviyorum. graffiti benim için "şaşırtıcı" ile eş anlamlı. diğer sanatların insanlara sunduğu daha az şey vardır. daha az ve daha zayıf. eğer karmaşık ve tiksindirici düşüncelerim olsaydı, sokaklara çıkıp normal resimler yapardım. eğer graffiti yapmayı bırakırsam, hayatta kalamam. bu, gerçek bir sanatçı olmaktansa bir örgücü olmaya benziyor. benim favori graffiticilerim, bir geceliğine öylesine elinde kalemiyle dışarı çıkıp duvarlara eğlenceli şeyler yazan, sonra da ortadan kaybolan insanlar. çoğu graffitici de, hızlı ve sessiz çalışma ihtiyacından dolayı bir stil kazanır. ama eğer bu stili, yatak odanızdaki duvara özenli ve dikkatli resim yaparak veya photoshop'la uğraşarak kazandıysanız, insanlar sizdeki farkı beş mil öteden anlarlar.

Ticari projelerden genelde uzak duruyorsun. hangi ticari projelerde çalışacağına nasıl karar veriyorsun?

- Faturaları ödemek için birkaç ufak şey yaptım daha önce. ama artık kimse için bir şey yapmıyorum ve bir daha asla ticari bir iş de yapmayacağım. bazı yönlerden bu bir şanssızlık, çünkü örneğin hawaii'deki bir yoğurt firması için posterler yaparken iyi vakit geçirebilir ve şimdi dünyanın öteki ucunda ziyaret edebileceğim arkadaşlara sahip olabilirdim. ama bu işin bir parçası da çeneni kapamak ve insanlarla tanışmamaktır. sergilerimin açılışlarına asla gitmiyorum ve chat odalarında veya myspace'de hakkımda yazılanları hiç okumuyorum. insanların benim hakkımda ne düşündüğü konusunda tüm bildiklerim birkaç yakın arkadaşımın bana söylediklerinden ibaret. ve içlerinden biri de sürekli para istiyor, yani onun da ne kadar güvenilir olduğundan emin değilim. bir şeylerin değerinin veya fiyatının ne olduğu hakkında fazla bir şey bilmediğimi de farkettim. her zaman bir şeyleri düşük fiyata satıyorum ve sonra çoğu insan onları ebay'de satışa çıkarıyor ve benim ilk elde onlardan kazandığımdan çok daha fazlasını kazanıyor.

Ama insanların resimlerini fetişleştirmesini ve senin yaptığın bir şeye sahip olma statüsü için yüklüce bir miktar ödemeye razı olmalarını kabullenmiş görünüyorsun.

- Londra'nın güneyinde bir trafonun kapısına bir stencil (graffitide bir şablon tekniği) yapmıştım. yakın zamanda biri, onu testere ile kesip oradan çıkarmış ve bir müzayede salonunda 24 bin pound'a satmış. ama aynı hafta içinde yine ingiltere'de islington belediye meclisi kararıyla bir caddedeki sekiz graffitimi ortadan kaldırmışlar. benim anladığım şu: sanat, biri onun için para ödemeye istekli de olsa veya biri onu görmemek için para ödese de, değerlidir. sanat dünyası büyük bir şakaya dönüşmeye başladı. ayrıcalıklılar için bir tatil evi gibi, gösterişli ve sulu. modern sanat ise yüz karası, rezalet. pozitif yönü de var ama: böylece hiçbir yeteneğiniz olmadan içine girebileceğiniz ve birkaç dolar kazanabileceğiniz dünyadaki en kolay işe sahip olursunuz.

Filistin'deki o resimleri yapmak tehlikeli olmalı. neden gittin oraya?

- Her graffiti sanatçısı oraya gitmeli. dünyadaki en büyük duvarı inşa ediyorlar. ben duvarın filistin tarafında çalıştım ve çoğu insanın ne yapmaya çalıştığım konusunda en ufak bir fikri yoktu. neden sadece kocaman harflerle "kahrolsun israil!" yazıp, israil başbakanını darağacında sallanırken gösteren resimler yapmadığımı anlamadılar. belki onların da kendilerine göre nedenleri vardı. beş gün yanında kaldığım adam, camdan dışarı filistin bayrağı salladığı için "kirli çuval"a (dirty bag) girdi. kirli çuval şu: israil askerleri ellerine bir çuval alıp içini kendi dışkılarıyla dolduruyor ve bunu ellerin arkadan bağlıyken kafana geçiriyor. bir filistinli bana bunu anlatırken az daha kusuyordum, ama daha duyacağım varmış: " bu aslında hiçbir şey. yeğenim aralıksız iki hafta o çuvalı kafasında taşıdı."

bunları gördükten sonra, eve dönüp insanların baskıya uğrayan filistinlilerin görüntülerinin tekrar tekrar televizyonda gösterilmesinden şikayet etmelerini duymak zor geliyor. oralarda yasadışı olarak graffiti yapmak çok zor. gecenin karanlığından faydalanarak kesinlikle yapamazdık bu işi, çünkü yakalanırsak vurulurduk. gün ortasında dışarı çıkıp, sanki turistmişiz gibi açık bir şekilde yaptık. iki kere askerlerle başımız belaya girdi, ama birinde filistinli sınır devriyesindekiler bizi zırhlı bir araca sokup kurtardılar. filistin sınır devriyeleri için duvara resim yapmanızın veya yapmamanızın hiçbir önemi yok. bizimle yolun kenarına park ettiler, su verdiler ve sadece izlediler. muhtemelen bu benim otomatik tüfekli bir grup asker tarafından korunarak resim yaptığım tek an olacak.

Filistinli bakış açısını desteklediğini fark ettiler mi?

- aslında iki tarafa da sempati duyuyorum ve bazı israillilerden az da olsa destek gördüm. ama israil hükümeti bizim oraya gidip bir "resim saldırısı" yapacağımızı bilseydi, bu kadar da hoş görülmezdik. çok paranoyaklar. duvarın batı'da konuşulmasını istemiyorlar. duvarın israil tarafına toprak yığıp çiçeklerle donatıyorlar, onun farkına varmayın diye... duvarın filistin duvarı ise lanet olası kocaman bir beton yığını.

İlerisi için planların neler?

- Daima hareket halinde olmaya çalışıyorum. "sokak bombalama" ya yatırım yapıyorum. kendime inşaat mühendisi süsü verip, peşin parayı da bastırıp, binaların önüne bir inşaat iskelesi koyduruyorum. sonra da o iskeleyi plastik bir çarşafla kaplatıp kentin göbeğinde kocaman resimler yapıyorum. birkaç yıl önce böyle bir şeyi asla yapamazdım. ayrıca, çalışabileceğim yeni yerler bulmaya çabalıyorum. hayvanat bahçelerine veya müzelere girmek tren istasyonlarına girmekten daha kolay. çünkü oralarda geçmişten gelen bir graffiti problemi yok. sonuçta tek istediğim, doğru şeyi, doğru zamanda, doğru yerde yapmak.

(*:Kaynak:Swindle dergisi)


Uzun yolun kısası: HOWL // Şenol Erdoğan







Kutsal kitap, kutsal şair, kutsal okur…

Kabul ettiğimiz bir şey var, iyi onlarca şiiri olan bir şair Allen Ginsberg fakat kimsenin şüphesi yok ki üç büyük şiirin yazarı o (aynı zamanda); Howl, America ve elbette Kaddish… “Okunmak için yazılmış şiir” sözüne başka bir dilde, bir makalede rastladığımda anlamlandırmakta zorluk çekmiş, dilimden şüphe etmiştim. Oysa çok geçmeyecekti okunmak için şiirin anlamı zerk edecekti usuma. Amerikan edebiyatında messianic tradition adıyla tanı bulan ve yaklaşık olarak Mesihçi gelenek diyebileceğimiz tradisyon, yapıtaşları içerisinde bu “özel” okuma biçimini de barındırmaktaydı. Okuma biçimleri: birçok yazarın yer zaman okuyucusuna sunduğu bir pusula olagelmiştir, beraberinde düz bir okuma da yapabilecektir okur, yazar da bilmektedir bunu ama yol/yön de göstermek ister bir taraftan, aslında bu sesin layıkıyla tınlamasına duyduğu istemdir yazarın, pusulalık da buradan gelir, şiirin sesini yitirmesini istemez yazanı, bir o kadar da kendisine ait olmayan bir ahengi barındırmasını da ama gene de bilir ki okur kendi rengini bulaştıracaktır skalaya, sızıyı aza indirgemenin yoludur bu biçim-ler.
Kutsal metinlerde bilinen ilk yazılı ayetlerden bu yana hiç değişmemiş bir duruştur bu önem. Tevrat’ın öğretilerinden Kur’an-ı Kerim’e dek yürüdüğünüzde okumaya karşı getirilmiş aşkınyasakları göreceksinizdir, bu yasak, sözlüğün içinde olduğu kadar dışındadır da, tılsımını yitirdiğinde dil, kuta dairlik ortadan kalkacaktır. Sanskritçeden, İbraniceden ve Arapçadan bahsettiğimiz vakit bu coğrafyaları da birbirine yakın göksel kitap diyarlarında filolojik yapının aynı tarz okuma için ne denli uygun tıpkısallıklar barındırdığını da göreceksiniz. Kur’an’ın ayetleri -okuma biçemlerinde-, özünde Hindu nefes egzersizinde çok iyi izah edilen nefes öğretilerine dayanmakta ve nefesin beyni standart oksijen miktarından uzak tutması sebebiylede sanrısal sürece sokmakta ve ortaya; salgılanan adrenokromla birleşen ilahi harflerin ve ussal görümlerin kalp coşkusuyla birleştiği bir esrik an çıkmaktadır. Huxley bunu uzun zaman önce insanlara izah etmiştir, ondan çok öncede çok kişi izaha kalkmıştır bunları. İşte bu, bir anlamda, Beat’i Dharma ile ve uzamında da dinler tarihi ile birleştiren şeylerden sadece biriyken kutsal metinlerle ve okumalarla göbek bağı olan bir yazın ve okuma formunu da şekillendirmiştir. ‘50 başlarında Şair Lamantia, sevgili Kerouac’a yazdığı mektupta (biz bu mektubu Kerouac’ın Allen Ginsberg’e yazdığı bir başka mektuptan okuruz) Lamantia’nın (mektubunda) “…sedirin üzerinde oturmuş Kur’an okuyordum ki o an hiçbir sanrı verici maddenin üzerimde yaptığı etkilere benzemeyen bir vizyon görmeye başladım ve hiçbir şey almamıştım…” der. Beat Kuşağı’nın sürrealist şairi Lamantia, Kerouac’a “Muhammed’in Melekleri’ni gördüğünü” yazacaktır. Ve Allen olağanüstü uzun soluklu şiiri Howl’da yer verecektir bu görüme.
Jazz’ı ve Beatlerin çok sevdiği bir benzetme olan jazz ile tren sesi arasındaki bağlantıyı Howl’da hissetmemek mümkün değildir: Howl bir lokomotiftir ve makinist sizsinizdir, tren bayırı tırmanmaya başladığında hızı; nasıl, nerede, ne kadar keseceğinizi biliyorsanız inanılmaz bir jazz partisyonuna döner trenin çıkardığı sesler ve yokuşun sonu gelmeye başladığında bazen bir düzlüğe bazen da hemen keskin bir inişe geçersiniz ve gene makinisttedir tüm ölçü; düzlüğe vardığınızda ya da inişe geçtiğinizde tüm kontrol -yani aslında nefesinizin tüm kontrolü- Howl’a -yani koca trene- devinimi gerektiği gibi kazandıracak olandır. Her makinistin göreve ilk başladığında zorluklarla karşılaşması ne denli gerçek ve doğalsa; Howl, okundukça kişideki yerini bulacak, dahası kişi onun ivmesini yakalayacaktır ve işte ortaya gerçekten trenin takırtılarıyla eşsiz bir uyum sağlayan jazz ritmi çıkacaktır, kâh hızlanacak, kâh çok hızlanacak, tam tıkanıyorken yavaşladığı anda açılacak ve devam edecek yoluna bir süre düz ve sonra…
Ginsberg’in yaşamında önemi tartışılmayacak iki ismin varlığı herkesçe bilinir, Whitman’dır bu isimlerden biri, diğeri ise William Blake. Bir bakışta anlaşılır bir ilgidir Allen’ın ki: Kenneth Rexroth’un “…Amerikan şiirinde bel kemiği sayılagelen Whitman’ın ve onun popülist, sosyal devrimci geleneğinin uzantısı ve kusursuz uygulaması…” tanımlaması zaten her şeyi fazlasıyla açıklamaktaydı. Ki aynı şekilde Ginsberg, Galeri-6’de, Howl’u okuduktan sonra ileride Beat kuşağının önemli şairlerinden biri olarak sayılmayı hak edecek olan McCulure şunları söyleyecekti. “Bir bariyer yıkıldı! Bir insan sesi ve bedeni: Amerika’nın sert duvarına, onun ordularına, akademilerine, kurumlarına, düzeninin sahiplerine ve güç destekli temellerine karşı gürledi.”
Bilgeliğin sarayına giden yolun taşkınlığın ahırından geçtiğini Blake’den öğrenmişti Allen. Bu yolu sonuna dek yürümesi ise doğal olarak eski agnostik şiir geleneğinin önemli bir halkası yapmıştı onu. Varolduğu dönemin birçok şair ve yazarı gibi mistik olana ulaşma arzusu hem Ginsberg’in hem de kuşağının not defterinde ilk kalemdi. Ve doğal olarak beslendiği kaynak şairlerden etkilenmesi, onları esin kaynağı olarak görmesi olası bir durumdu. Alt yapısını çok önemli bu tarzla besleyerek kendini ve Howl’u yarattı Ginsberg, Kerouac’ın spontane ve kaygısız yazım stilinden çok etkilenmişti ve kendisi de çok zaman bu metodu kullandı ki Kerouac’ın bu yazın stili kuşağın belkemiğiydi de. Bir keresinde Williams’tan esinlenerek, onun şiirlerinin bir kısmını konuşma diline çevirir Allen, Williams, sonucun başarısı karşısında çok hoşnut olur.
Dört bölüm olarak yazılmış olan Howl’un her bir bölümü sanki uzun bir tek cümleymişçesine okunur, şiirin soluksuz bırakması hiçte mecaz anlamda kullanılmaz bu noktada, ciddi ciddi soluksuz kalır kişi, hele ki Howl’a ve yukarda bahsettiğimiz geleneğin okuma yapısına bir yabancılığı varsa. Ki bu tıkanma şiirin aynı zamanda yanlış okunması anlamını da içinde barındırır. Şu ana dek anlatadurduğumuz bu yapı beraberinde kaçınılmaz olarak okuyan ve dinleyen üzerinde hipnotik bir etkiye de sebep olmaktadır. Allen’ın yazınında ve yaşamında (yazın yaşamında) önemli bir yer tutan mantra geleneğinin de bir temsilidir aynı zamanda Howl ki bir ucu bugün artık bir yaşam biçimi formunu da edinmiş olan “rap”lemeye dek varır. Asla klişeye düşmeyen aksine insanı kanlandıran müstehcenlik ile süslenip deliliğin müstehcen liriği olup çıkıyor yer zaman bu tüm.
Howl’un içinde çok bariz saplanma noktaları vardır, esinlenme ya da etkiye sebep olan isimler de belki yer zaman çarpacaktır okurun suratına lakin bir o kadar da serbest çağrışımlar silsilesidir, öncelikle herkes kendi karşı-kültür yaşamından ve geçmişinden zerrelere denk gelecektir, öte yandan: kimisi Rimbaud’ya saplanacak, biri için anal bir deneyim olacak, Denver’dan Frisco’ya özgür cinselliğin dölleri harflere evrilecek kesinlikle. Dionizyak! Öte yandan ahlakçı tüm yapılanmalara bir karşı duruş anarşizan bir ULUMA.

Howl bir manifestodur! Beat Generation’ı anlatan “detay”ından dolayı ilk ve tek şiirdir. Kuşağın bireylerinin yaşamlarından -ve diğer anlamda eserlerinden- anekdotlar barındırmaktadır: Philip Lamantia, Neal Cassady, William S. Burroughs, Peter Orlovsky, Lucien Carr, Herbert Huncke ve Carl Solomon tıpkı Kerouac gibi Allen Ginsberg şiirinin ana figürleridir. Örneğin Jack’in “Visions of Cody”si Howl adına önemli bir kaynaktır.
Metnini uzun zaman içinde ve detaylarla örer Ginsberg, Kerouac’ın mektuplarından cımbızla çekilmiş kelimeler çok az okuyucunun farkına vardığı çok önemli detaylardır. Ginsberg’in şiiri, dönemin kültürü hakkında da önemli, özel ve de tarihsel bilgileri minik detaylar şeklinde sunmaktadır okuyucusuna: Fugazzi’den Jukebox’a, kendi içsel yaşamlarından aile yapısına, amerikan pop kültürüne ve edebiyat dünyasına, devletin hastane yapısı ve hasta tedavi zihniyetine, Walt Whitman’ın şiirine, dönemin sosyo-politik yapısına, Kızılderili vizyonlarından zen eğitimine, Burroughs’un uyuşturucu seyahatlerinden Neal ve Jack’in yol yazınlarına değin kent yaşamının da nabzını hiç elden bırakmayan bir “beat arkeolojik kazı sahası”dır Howl. Bu kurgu mantığıyla yazıldığı güne dek hiç denenmemiş bir kolaj formuna da sahiptir. Bu anlamda aşırı denebilecek denli “kapalı” bir şiirdir(tıpkı Yahudi kutsal kitap dili ve ‘gelenek’indeki gibi), açıkçası; Ginsberg’in kendi yazdığı notları olmasa şiirini tam olarak anlamak neredeyse tek kelimeyle imkânsızdır. Howl ayrıca, adı Beat Kuşağı vasıtasıyla öne çıkacak olan Frisco Şiir Rönesans’ının da lokomotifi olmuştur.
1955’de ‘Amerika’ gerçekten Ginsberg’den ve Beat Hareketinden korkmuştu. Sadece Amerika değil ‘dünya’ da şiirin gücünü görmüş ve ondan korkmuştu. Amerikan hükümetince kitabın yasaklatılması ve yayıncıları olarak L. Ferlinghetti ve Shigeyoshi Murao’nun mahkemede yargılanması bu gerçeğin somut ve küçük bir örneğidir.
Tom Waits’den Philip Glass’a değin onlarca kişi Howl’u yorumladı, Howl bugün hala canlı ve yaşamın içine güçle karışmayı sürdürüyor. Howl’un “footnote” bölümünü “Speel” adıyla kült bir şarkı haline getiren Pati Smith ülkemize yakın zamanda yaptığı ikinci ziyaretiyle Howl’un hala nasıl kıpı kıpır ve yaşam dolu olduğunu bizlere bir kez daha göstermiştir. (Kendisi tarafımızca uzatılan Howl’u içtenlikle kabul etmiş ve bizi mest eden cümlelerle okumuştur.)
Şu bir gerçektir ki Howl, Amerikan edebiyatında bir dönüm noktası olmaktan çok yeni bir (şiir) çağın(ın) başlangıcıydı da. Ki W.C. Williams’ın Ginsberg’in eserine önsöz yazması da bir anlamda bunu işaret ediyordu.

YAZARI: ŞENOL ERDOĞAN


Şenol Erdoğan: 645 Yayınları Editörü
(ilk yayın "borges defteri"-2008)
defter özel teşekkür: sevgili dostumuz Şenol Erdoğan'a bu çok önemli çalışmasını
defter okurlarıyla paylaşmasından
dolayı defter okurları adına çok teşekkür ediyoruz.







Muhtelif hüzünler geçidi // Derya Önder




"...bu gece
serseri bir yağmurla ıslanıyor şehir
sen bir yerde kanıyorsun
ben bilmiyorum nereye gideceğimi
bağırsam geceyi yırtacak sesim
gözlerimde yorgunluktan uyukulayan bir çocuk
ağlayan gülümsemeler sarkıyor dudaklarımdan..."

Şiir: Derya Önder
(ilk mektup adlı uzun şiirinden...defter okurları için)


Euripides'ten Şiirer // Çev.Sufi



I.

Biliyorum,
Farkındayım
yapacaklarımın fenalığını,
Kabaran hırslarımın
Oyncağı olmuş aklım.


II.

İyi
Soylu
İnsan

Katlanır ne yazarsa
tanrılar
sesini
hiç çıkarmadan..


III.

Denizdeyken
kopan fırtınadan kurtulan
Limana varan o kimse: ne şanslıdır!
Şanslıdır; kederleri, acıları yenen de.

Biri ötekine her hangi bir biçimde
üstün olabilir; zengilikte, güçte.
Sonsuzdur hala
insanlar için
Ümitler.

Beklenen baht
ve insanı aldatan hep başkaları olur.
Bugünü kim coşkuyla, sevinçle yaşarsa
Mutludur o, mutlu.

Şiirler: Euripides
Türkçesi; Sufi.


GİBİ'LER // Ferit Edgü



I.
Gündoğumunda-
ki
bir denizkaplumbağası
gibi bak-
ıyorsun aşkım
içimdeki sulara.

II.
Teknem yol alıyor
haritası çizilmemiş
kıyılarda.
Ters akıntılar yokmuş gibi
ilerliyoruz
aşkın ılıman sularında.

III.
Aşk yorgunu
gibi garip konuğum.
Gider gibi oturduğu yerde.

IV.
Çocuklar gibi tasasız
eğlendik o gün
ırmağın kıyısında.
Çok sonra çöktü hüzün.
Karşı kıyıdakileri düşündükten sonra.
Solan bir gül gibi dağıldık batan günle.
Yaz başlangıcındaki
O güz fırtınasında.

V.
Bir çırpıntı
gibidir yüreğim-
de
yazılı adın.
Yüreğimle ansır gibiyim
yalnız yüreğimle
bir süredir yaşamımı.

VI.
Bir türkü gibi-
sin bende.
Ezgisi dudaklarımda
Sözcükleri unutulmuş.

VII.
Sözcükler gibi
Kıyıdaki kum taneleri
Dalgaların kayalardan kopardığı
Zamanın aşındırdığı.

VIII.
Bir gölge
gibi izliyorum
gölgeni
Karanlık ormanlarında düşlerimin-
düşüşlerimin.

IX.
Ardıç kuşlarının gözleri
senin dudakların gibi
gülüyor.

X.
Nicedir yaşamayı
unutmuş
gibi yaşıyorum.

XI.
Yok gibi
uzun kumsalda
Yürüyüşün bıraktığı izler.
(Öylesine biliyorsun yürümeyi.)
Bense
ardında
bıraktığın aşkınla izliyorum seni
yorgun adım.

XII.
Sen öyle varsın ki
Ben yok gibiyim.

Ferit Edgü


Çivi // SÜHA TUĞTEPE


Free Image Hosting at allyoucanupload.com


Kalbimi taşa
taşı canıma
canımı suya
suyu içime gömdüm.

Artık aşk gibi içiyorum reis!

Takalarını tuka yaptım
bütün deliklerine mantar tıkadım.
Sahtelikten, iğrençlikten
pislikten, riyadan, erkeklikten
lime lime olmuş yelkenini
açıp yıldızkarayele
hayvan gidişini seyrediyorum
ruhumun altın tepelerinde.
Dinamitler düşlüyorum reis!
Denize dağılmış
tahta parçalarının sırtında
çırpındığını görüyorum
en mutlu olduğum kabuslarımda.

Kararlıyım anarşist olmaya!

Ağır bir demir kapı gibi
kapadım hayatımı sana reis!
İnleyen yüküm
kavuştukça pervazına
artıların
bir kanca gibi tutunduğum çüküm
yetmiyor rüzgarlara.
Güm!
Güm!
Metruk bir ev gibi
vurdukça kanadım
çiviler gibi
fırlıyor yerinden
üzgün kemiklerim.

Aykırılık bir türlü ölmüyor reis!
Ölüm
ölümü özlüyor
ama olmuyor
canım bir türlü ölmüyor reis!

Kararlıyım başına uslanmaz olmaya.

Ele avuca sığmaz
Bir şeytan çekici
- Çın! Çın çınlatarak
tersini içini
göğün altından geçiyor geceleri.
Heyula bir örse yatırıp bedenini
Tımar ediyor kemiklerini.
Yıldız tutup içinden
Kayıyor kendi boşluğuna doğru.
Hırçın bir ay doğuyor reis!

Tahtını
ayakları gıcırdayan böcekli tabureni
sallayıp duruyor serseri bir çivi.
Yak şimdi herşeyi reis!
Tam sırası Nero'un.
Dök üstüme bir bidon emir!
Daya bir tabanca gibi kibriti alınma!
Çek kavını!
Dişlerin gibi
gıcırdasın ucundaki ağu.
Yanan cesedimle yak cıgaranı.
Taze bir bok gibi tüt reis!
Taze bir bok gibi!

Yangından çıkmış çivi
Düzelmez...kırılır.
Her gece
tepemden ayak ucuma
içinde çivilerini de yakan
zaten bir yangınım reis!
Farketmezi oynuyorum
Dünya'nın bütün
Burkulmuş, kanıtılmış parçalarında.
Bir tazı gibi
koşuyorum da
tutamıyorum hayaletlerimi.
İstedikçe cırıldıyor hayat.
Asi ve kaçan herşey
sıkışıyor bir karakutunun içine.
Ara ki bulasın kendini
kırmadan değerleri.

Ben ki,
Bin pişman çivi!
Kopmadan başım
ne olur
çekin beni!
Çekin beni!

Free Image Hosting at allyoucanupload.com
Şiir: Süha Tuğtepe




HLADİK SENDROMU / Ulus Fatih



Arjantinli Jorge Luis Borges'in bir öyküsünde yaşam boyu büyük yapıtını bir türlü yazamamış Jaromir Hladik adlı bir oyun yazarı, Nazilerin eline düşer ve büyük yapıtını hücresinde yazma hayaline kapılır, yazarda ama, sonperdeyi yazacak süreyi bulamaz çünkü ölüm vakti gelmiştir, avluya çıkarılır ve tam ölüme giderken oyunun son perdesini zihninde yazarak bitirir. Mutlu ölmüştür. Ama şu an tüylerinizin ürperebileceğini düşünüyorum, bir insan o en büyük arzusunu zihninde kendisiyle paylaşarak mı ölüp gitmelidir. Hladik trajik bir olayın kahramanı olmaktan ileri gidemeyen kadersizler kadersizi biridir. Bu nedenle en büyük yapıtını yazamayan, üretemeyen, yazacak bir konu bulamayan, kısır ya da umarsız sanatçıların bu durumuna Hladik Sendromu adını vermekte bir sakınca yoktur sanırım.
Buradan başka ve asıl konumuza gelelim, yazamamak, yazacak bir konu bulamamak, konu yok diyebilmek... Bir yazar ya da sanatçı eğer konu yokluğundan, yazamamaktan, üretememekten söz ediyorsa, bilin ki o bir yazar değildir, belki hevesli olabilir ama sonuçta yazınsal açımı, gücü onu sıradan bir ademoğlu olmaktan kurtaramaz sanırım. Adorno'nun, Auschwitz'den sonra sanat yapılamaz, söz bitmiştir diye bir aforizması var, olanlar, kendisini o denli etkiliyor ki sanatın günaha ortak olmaktan başka hiç bir işe yaramadığını düşünüyor, bakın işte zaten sanatda bunu anlatmaya çalışan bir araçtır, çünkü sanat ne yaparsak yapalım kan ve gözyaşından kurtulamıyoruz demenin "Arapça'sıdır." Demek ki söz bitmez, yazacak şeylerin ucu bucağı yoktur, ama yalnızca teması, iletisi hep aynı kapıya çıkar onun, savaştaki, burada Tanrı'yı göremedim anne der, maden kuyusundaki cehennemim grizu oldu kardeşlerim diye çağırır, gurbette ki, anavatanım senden ayrı kalınca anladım seni diye haykırır, çalışan çocuk yaşlılığım da böylemi olacak diye gözyaşı döker ve tüm insanlık, mutluluk; acılarla dolu yolculukta gelip geçtiğimiz duraklardır diye ağlar durur. İsa bile Tanrı'sına 'Seni aradım, neredesin baba dedim, uçsuz bucaksız karanlıklar ve uçurumlara yağan yağmurlardan başka bir şey göremedim' demiştir. Ama bu bir paradokstur, insanoğlunun yakarısı aslında kendisine olmalıdır, düşünceyi ve karşıtların kıvılcımıyla; ufukları aydınlatan yıldırımı bağışlayan Tanrı, daha ne yapsın.
Konumuza, yazamamak, üretememek sorununa dönersek, Aziz Paul, 'Göğün altında yeni bir şey yoktur ' demiş, İranlı Baba Mukaddem 'İnsan ölü sözlerinden geviş getiren hayvandır' diyor. Yazdıklarımız, yazacaklarımız, gerçekten hiç bir zaman yeni şeyler değildir, dile gelen yeni bir anlatım biçimidir, yeni bir biçemdir olsa olsa, siz ona yeni bir 'dağdağa' bile diyebilirsiniz. Ayrıca hiç bir şey dünyada bir tansık sayılmamalıdır, bizim düşünsel ufkumuza durgunluk veren şiir bile bir alıntıdan ibarettir. Usun derinliklerinden, bilincin karanlık uçurumları, kara dehlizlerinden çekip çıkarabilene aşkolsun diyelim o kadar. Şimdi anımsayamadım adını ama bir bilim adamı, biz bir şey bulmuyoruz, varolanı ortaya çıkarıyoruz yalnızca diyordu. Yakında bilgisayar, sanal bilge, ya da robotlar öyle şiir veya bulgular yazıp ortaya koyacak ki, insan atıl bir doğal makineye dönüşecek ve kavgaya gürültüye yer kalmadan -belki de- kendi kendine yok olup gidecek. Geriyede, birbirinizi ne öldürüyorsunuz, biraz sabredin zaten öleceksiniz diyenlerin hoş; ve ama boş sadası kalacak!..
Yine yazamamak konusunda bir anekdot, Bir İtalyan yazarın öykülerinden birinde konu sıkıntısı çeken senaryo yazarı, içine düştüğü bunalımdan olsa gerek baş parmağını (Tanrı parmağı denirmiş buna, kavramaya ve üretip yaratmaya yol açtığı için, denedim de o olmadan, gerçekten dört parmağımız pek işe yaramıyor) kalemtıraşının içine sokmuş, imayı düşünüyorsunuz değil mi, beyin parmağa, parmak kaleme ilettiği için düşünceyi, adam çare arıyor ama fantastik bir çıldırıya kapılmak yaptığı... Sonuçta, bavul dersiniz, geziler, çocukluk, uzun yollar, sıkıntı (taşımak), hiç gezmemiş olmak kapanmak yani, ya da ipin ucunu kaçırmak, Jules Verne gibi uzaya gitmeye kadar açın üretebilirsiniz bu konuda, şaka dersiniz, Milan Kundera'nın romanından başlar, bir şakanın yolaçtığı seri cinayetler ya da kan davasına kadar uzanırsınız, lâğımlar anası deseniz bile, Bilge Karasu'nun kitabından tarihteki kanalizasyon sorununa, Romalılardan, Ostrogotlara, Azteklerden, Göktürklere kadar konuyu uzatabilirsiniz, olmadı gerçekten yazamamanın sıkıntısını ömür boyu bunun her seferinde değişen kimi zaman haklı, kimi zaman gülünç, kimi zaman ürkütücü gerekçeleriyle doldurursunuz yaşamınızı. Çünkü bazen yazmak benim için yaşamaktır diyen yazarlarımızda çıkmıyor değil. Belki haklıdırlar, hareketin en basit biçimi yer değiştirme, en gelişmiş biçimi düşünceymiş, en basit olanın verisiyle, en gelişmiş olanın vargısına ulaşabilmek hepimiz için cazip olsa gerektir.

Son bir anekdotla konumuzu kapatalım: 16. Lui, Fransız Devrimi'nden (1789) bir gün önce, günlüğüne 'Yazacak değerde bir şey yok' diye not düşmüş, ertesi gün devrim oluyor ve kendisini paradaki resminden tanıyan muhafızlarca (Varennes'te) yakalanarak giyotine boynunu uzatmak zorunda kalıyor. III. Ahmet sanırım, oda çağdaşı sayılır Lui'nin, bir gün vakavinüse ne yazdın bugün diyor, vakavinus yazacak değerde bir şey bulamadım diyor, III Ahmet yakındaki mızrağı vakanivüse fırlatarak yaralıyor ve 'Bunu yaz' diyor. Diyorum ki sizin yapacağınız işi başkalarına yaptırıyorsanız (ya da sizin de yapmanız gereken bir şeyi diyelim), özürünüz kabahatinizden daima daha büyük olacaktır. Siz siz olun, diyelim ki bir angaryayı yaparken ya da yaptırırken, görü, bili ve duyunuzu açık tutun ve ne III. Ahmet gibi, ne de vakavinus gibi olun, 16. Lui gibi olmak bu durumda daha iyi sanırım, Marks, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkından sözaçar, kişilerde kendi kaderini belirleme hakkını yaşayıp öğrenmeli derim... Tarih birinin diğerini mızrakla dürttüğü 'kişilerden' pek söz etmiyor, ama başını giyotine uzatabilen 'kişilerden' çok sözediyor.

Yazarı: Ulus Fatih


Barış! Hemen şimdi...




İnsanlar, kendilerini duymayan insanlara seslenecekler:
Gözleri açık olacak ve görmeyecekler;
onlarla konuşulacak ama yanıt alınmayacak.
Kulakları olan ama duymayan birinin affına sığınılacak.
Bir köre ışıklar sunulacak ve çığlık çığlığa, bir sağıra yakarılacak...


LEONARDO DA VINCI
Bilmeceler (Kehanetler);
Türkçesi: Samih Rifat


Tımarhane Şiirleri / Leon Felipe





Tımarhanedeki İsa

Deli değilim, diyor, avucundan çivilemiş kendini isa
Oysa Müslüman bir de üstelik; anasının adı Hatice
Babasının adı Mustafa, belki bir peygamber çoçuğu olurdu
Ama tutturdu tanrının oğluyum ben diye
Ve azıttı işi bir öğlen Fatih’teki cami avlusunda
Geceden kurduğu tahtaları çakarken
Avucunun içine saplandı çivi
Cemaat de şaşırdı buna
Bir damla kan göremeyince yerde
Din değiştirdiler hemen ve telgraf çektiler papaya
“ Yakalayın, tımarhaneye atın!” yanıt gelmiş Vatikan’dan
burada yanımdaki yatakta uyuyor şimdi İsa
arasıra garip bir dilde mırıldanıyor
ama hep üstüne işiyor.


* * *
Matem Donu

Tımarhaneden ikinci kattan bir kadın sinirlenerek bilinmeyen bir nesneye
attığında kendini yırtık donu kaldı ibramın elinde, dikine düştü
aşağıya ve matem donuna dönüştü kumaş parçası ilk önce;
ertesi öğlen haber geldi karşıdaki acil servisten
kadın yaşıyordu ve böylece bir çaputa dönüştü ibramın elindeki
ve basit bir iskambil oyununda şakası yapıldı
bir daha kim atlar diye hafif bahis kokuyordu
herkes ibrama baktı lakin o hala anlayamamıştı
o havada yakaladığı donun lastiğinin kadının
düşüşünü nasıl yavaşlattığını,
ertesi hafta kadın geri getirildiğinde
balkonun çepeçevre tellerle örüldüğünü gördü
“ Kolay “ dedi ibrama “ atlamak.”
“ Bir üst kat daha var burada.”
“ Don giyme ama!”dedi ibram
Fakat kadın o üst kata hiç çıkmadı,
Çünkü donsuzken rahatça işeyebiliyordu koridorlara.

* * *

Kabus Kümes

Geveze bir deli iştahını kaçırmıştı ibramın
“ Döllenen yumurtalar da tavuk götünden çıkıyor ya!”
diyordu, “ Henüz civciv olmadan yiyoruz biz bunları,
horoz dölü yiyoruz aslında.”
Yumurta doğuran kadınlar düşledi ibram hemen
ve caydı bundan, imkansızdı bir horozla çiftleşmesi bir
insanın ama dedi kendine az da yoktu köyde tavuk beceren
ve tavuğa baktı masadaki, midesiyle beraber kalktı
kenefe gidip kustu, öğürdü. Yorgun gitti, yattı uyudu.
gece rüyasında kümeste buldu kendini
ve bir tilki gelerek yiyince onu
gülerek uyandı kabusundan.
* * *

Hamlet

İlk gece zordu burada, yataktan kalkamadım
Ve son gece de zordu burada dışarı çıkamadım
Geldiğimde aklım başım yerinde değildi belki de
Çıkarken geri döndüklerine sevinemedim
Bir adam vardı burada eski hakim
‘ Sarı dosya sarı dosya…’ bağırırdı her akşam
başka biri fırıncıydı bir gün kızıp kendini atmıştı ateşe
iyice pişmesini beklemişlerdi herhalde ki
yanık yaralarıyla doluydu bedeni
ekmek yemezdi hiç,
buradaki hemşirelerden birine aşık olmuş
başka birisi de vardı
delirmek için bahaneler bulurdu
akıllı bir adamdı, ama attılar dışarı
ve bunun üzerine delirdi gerçektende
bense neden geldiğimi unuttum şimdi
iyileştiğimi söylüyorlar
oysa anımsamak isterken her şeyi
burada olmadığımı biliyordum zaten.

Şiirler: Leon Felipe

ilk yayın-2008-borges defteri



Independent Literature Journal (Portal) from Turkey

***


Link:

  • FELSEFE NOTLARI
  • 2-felsefe-notlar
    Felsefe Notları; Akşamın sisiyle şafağın ışınları arasındaki ses. Herkes için, Kimse için !

    ***


    P.E.N/TURKEY

    ***


    Hür Yumer
    1

    ***


    ÖMER SERDAR
    mer-serdar

    ***


    ORUÇ ARUOBA
    oruc-aruoba-yasamini-yitirdi-737945-5

    ***


    artist-15
    Enis Batur
    "Benim burada durduğuma bakmayın genç yoldaşım: Burada değilim ben artık, gövdem çürümeye şimdiden başladı, ruhum uçtu ve adresini bilmediğim bir dala kondu..."-E.B

    ***


    Leon Felipe
    batuhan-alpugan-leon-felipe1

    ***


    ***


    TELGRAFHANE,SANAT
    Sanat ve Edebiyat

    ***


    MURAT GÜLSOY
    Murat GÜLSOY | 602. Gece [Kendini Fark Eden Hikâye]

    ***


    ÜÇ RENK
    Üç Renk: renkler, düşler, farklı bir deneyim ve üretim!..

    ***


    Kerem Kamil Koç(SubCulturia)
    kkk
    SubCulturia:"New Media Theory Group" Projesini destekler..."

    ***


    Oğuz Atay/Arşiv
    o-uz-atay
    Oğuz Atay / Arşiv (Borges Defteri'nin bu arşivde yer alan önemli belgesi. İlk kez "defter" yayınladı bu belgeyi)

    ***


    Şair Çalışıyor/dergi arşivi
    Şair Çalışıyor/Dergi Arşivi

    ***


    Şiir Penceresi
    "Bir başka bakmak için..."

    ***


    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi
    Bachibouzouck/net edebiyat dergi arşivi

    ***


    ***


    Mustafa Nazif Fotoğraflar
    Sanat-Fotoğraf

    ***


    "Biri Dergisi- Mustafa Ziyalan
    Sanat-Edebiyat

    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***


    ***