1. Bölüm
Fikret Mualla ile ilgili tartışmalar, tıpkı küratörlük tartışmalarında olduğu gibi batı standartlarını tutturamadığımızı bir kez daha ortaya koydu. Bu yönüyle son dönemlerdeki kimi kıpırdamalarla girdiğimizi sandığımız yegane alan olan sanatta da Avrupa Birliğinin çok uzağında olduğumuz ve tartışma şeklimizle dokunduğumuz her şeyi “kendimize benzettiğimiz” ortaya çıktı. Tartışma tamamen teknik sorunlarla ilintili olmasına karşın hızla farklı bir mecraya kayarak bireyler arasındaki husumetlerin ortaya dökülüvermesine yol açtı. Olan da zavallı Fikret Mualla’ya ve biricik müzemiz olan İstanbul Modern’in prestijine oldu...
Bir çok kişi İstanbul Modern’e gölge düşmemesi ve onu korumamız gerektiğinden bahsediyor. Bu belki doğru bir şey, peki İstanbul Modern’in de bizim güvenimizi sarsan kuşkulu yapıtlara yer vermesi de doğru mudur? Güvenilir müze inancını sarsmayacak bir ciddiyet içinde aktivitelerini yapması gerekmez mi? Daha ne zamana kadar “bize özgü” bu oldu bittilerle karşı karşıya kalacağız?
Taraflardan birinin saklamayı tercih ettiğini karşı taraf deşifre etmektedir. Böylece bir taraftan bilinmesi arzu edilmeyen şeyler de açığa çıkmakta diğer taraftan konu saptırılmaya çalışılmaktadır. Ve tartışma gerçek mecrasından uzaklaştırılarak karşılıklı varlık savaşımına dönüştürülmek istenmektedir. Sahte resimler tartışılıyor zannedildiği ancak onun yerine grup ve bireysel çatışma alanı haline dönüştürülen bu mecra gerçek zemininden uzaklaşmaktadır.
Bu anlamda sahte yapıt suçlamalarına verilen cevap, bir trajediyi andırıyor. Müze yönetimi “biz bu üç küratöre de güveniyoruz” diyerek onlara olan inancını dile getirmekte. Diğer taraftan Küratörlerden birinin ise verdiği cevap, uzun bir mektup etiğinin demogojisi yapıldıktan sonra asıl suçlamalar konusunda “uzmanlık alanım değil” denilip, “bakış farklılığı”, “ticari kazanç” ve başka bir çok yönleri deşifre ederek konuyu asıl mecrasından ustaca uzaklaştırıyor. Sorun son derece açık aynı zamanda teknik bir sorundur. Fikret Mualla sergisinde sahte yapıt var mıdır? Yok mudur? İddia budur. Bunun araştırılması, tespit edilmesi ve sonucun kamuoyuna açıklanmasıdır asıl mesele. Bu tartışma, kuşku yok ki beraberinde başka sorunları da gündeme taşımıştır. Bunlar: küratör müze ilişkisi ve çağdaş bir müze kimliğinin nasıl olması gerektiği. Bunun yeniden irdelenmesi ve vazgeçilmezlerin belirlenmesi bir zorunluluktur. Örneğin küratör bu işin uzmanı değilim diyorsa, önüne konulan tüm eserleri sahte mi gerçek mi demeksizin sergileyebilir mi?. Sergilediği eserlerin Fikret Mualla’ya ait olup olmadığı hakkında sorumluluk duyması gerekmez mi? Açılan sergi bir galerideyse belki bunun üzerinde durulmayabilir ancak söz konusu olan bir müze ise işin ciddiyetinin farkında olmak gerekmez mi?. Çünkü insanlar müzeye sahteleri değil orijinal yapıt görmeye giderler. Bunu sağlamak ta yaptığı etkinlikle öneri getirdiklerini iddia edenlerin sorumluluğundadır. Belki hiç kimse bir küratörün, her sanatçı konusunda ekspertiz kadar bilgili olmasını beklemez; ama ortada ayyuka çıkmış ciddi iddialar varsa bunları kaale alması da gerekmez mı? Üstüne üstlük bu iddiaları dile getiren Fikret Mualla uzmanı olduğu düşüncesiyle kendisine Müze tarafından serginin küratörlüğü önerilmiş; ve yine söz konusu bu iddialardan dolayı sergiyi bıraktığını söyleyen bir kişiyse. Daha başlangıcından, bugün olup bitenler belli iken, ciddi bir kurum olmasını beklediğimiz müze ve küratörler böylesine belirsizliğe nasıl kucak açabilirler? Bu şekilde kuşkulu yapıtlara zemin yapılan bir müzeye nasıl güveneceğiz? Bu serginin yaratacağı tartışmaları anlamsız kılacak önlemler neden alınmaz? Eğer bunlar küratörün sorunu değilse bu soruların muhatabı kim olacaktır. Uzman olduklarını düşünerek sorumluluğu küratörlere havale etmiş Müze mi? Tüm bu sorular incir çekirdeğini doldursa da doldurmasa da bazı temel şeyleri bile maalesef yerli yerine oturtamadığımızı göstermektedir. Belki de bunları daha çok tartışacağımızı da... Bu da sanat çevremizin içinde bulunduğu açmazları gösteren hastalıklı bir ruh hali.
devam edecek...
YAZARI: Hayri Esmer