Korsika, bir klasik EB seyahatnamesi,Kıtalar arasında dalgalanan,
EB'nin o kadar çok sevdiği o mavi enginin köşe bucak kıyısında bir
yarımadaya sokulma serüveni.
Oraya gitmeden önce, birçok vakit olduğu gibi, hakkında zamana
yayılan eni konu bilgi edinmiştir EB, gene de, birçok vakit olduğu
gibi, onu oraya doğru çeken şey başka: Korsika'lı bir adamla evlenip
1939'da adaya yerleşen gizemli bir Türk kadını mı, oralarda yaşamış
Seneca mı, hangisi daha ağır basıyor, kestiremiyorum. Ne var ki,
oraya varınca anlıyor ki, imgeleminde yükselen Korsika ile gördüğü
Korsika arasında bir "kalın bulut tabakası" duruyor: Bunu metnin ilk
paragrafından anlıyoruz: Zeytin ağaçları, geniş yapraklı kaktüsler,
ısrarlı yağmur taneleri altında kalıyor, yer ile gök arasında,
imgelem ile gerçeklik arasında bir düet başlıyor böylece, bütün metne
yayılıyor.
Bu düet, EB, "kule"ye yaklaştıkça, dalgalar ile kayalık arasındaki
düeti anıştırıyor: Yüksek perdeden, koyu bir söz, ses alışverişi
sanki.
EB, bu metninde bir kule inşa etme peşinde: O, " Kuleler benim evim"
diyeli yıllar oldu. Bana öyle geliyor ki kulelerde, ayrıca, kadınsı
bir yan bulmuştur o: Işığını kulenin, süsledikleri lambalarda
aramıyor EB. Biliyor ki, kulenin ışığını onun "mutlak karanlık"
ânında görmesi gerekir: Demek bu metin ayrıca karanlığa doğru bir
yolculuk. Bundandır ki, kule dişidir EB için: "Kimi denizin hemen
içine sokulmuş, köpükler dövüyor taşlarını, kimi tepeye doğru
davranmış, açıkları kollasın." Bundan hemen sonra Seneca sözünün
açılması tesadüf değil:
"Bir tanesi, dorukta, gerçek ya da rivayet, Seneca'nın kulesi olarak
anılan yarı yıkık…(bir) kule…"
Kimi yazarlar var niçin, kimin için yazdıkları, yaşadıkları süresince
anlaşılmamıştır, anlaşılmak bir yana dursun, sürekli sürgünden
sürgüne gitmek zorunda kalmışlardır. Seneca bunlardan biri: Onun
yazınsal üslûbu büyük bir "arıza" olarak değerlendirilmiştir hep:
deformist bir yazar. Kimse onun yazdıkları oyunlarının nasıl sahneye
taşınabileceğini uzun süre bilememiştir: Oedipus sahnede kendi
gözlerini oyacak; bir anne çocuklarını kesip kanlarını içecek; vs.
Öte yandan Seneca'sız bir rönesans düşüncesi de düşünülemez. Etkisi
onun bütün Avrupa yazınına, bu arada Montaigne'den tutun da
Schakespeare'e kadar yayılmıştır. Bütün bunlar bir kenarda dursun,
adamın ne olduğu da pek anlaşılmamış: Stoacı olarak bilinse de, özel
hayatını zıt yönde yaşamıştır çünkü: Kolayca kategorize edilecek biri
sayılmaz doğrusu.
Tek bildiğimiz bütün eserlerini sürgünde yazmış olduğu, deneme
türünün atalarından biri, ve mektup yazmayı bir yazınsal tür olarak
başlatmış olması. EB'nin ona ilgi duymasında bunların etkisi var
kuşkusuz.
Yapıtı da "yarı yıkık" olarak elimize ulaşmıştır: Tam da sürgün
yılları boyunca içinde yaşadığı tahmin edilen Korsika'daki kule gibi.
EB bu kuleyi bir yandan realistik, bir yandan da metaforik bir dil
ile şöyle betimliyor:
" ...(Bu) kuleye sokulmak için arabayı keçi yollarında zorladım,
Tül'ün endişelerini bir kereliğine hiçe sayarak güzün kuşattığı
patikalardan geçtim ve dağın üzerine konmuş hırçın bir kayalığın
üzerine konmuş kütlenin dibine vardığımda, bir kere daha, kendimdeki
ötekiyle karşılaştım."
EB, metninde Korsika tarihi –ki her tarih, bir yıkım tarihidir—
üzerinde ısrarla duruyor. Fatihlerin yazdığı tarihin aksine yerel
tarihçiler "kanlı bir yıkım" olduğunu yazmışlar ( Walter Benjamin'e
örtülü bir gönderme). EB orada herşeyi bir kez daha
anlayıp: "Besbelli herkes kılıçtan geçirilmiş.", diye ekliyor.
Seneca'nın gücü bütün bunları öngörebilmesinde saklı. Bakın ne yazmış
yaklaşık MS 40-45 yılında:
" Şehirleri ateşe veren birçok kişi var, kuşaklar boyunca
zaptedilemez yıkmalara sebebiyet veren , kuşattıkları duvarlar kadar
yüksek dağlara çıkan birçok kişi var, ellerinde kalın kütüklerle
yıktıları hayret verici yükseklikte kuleleri,... ama bu kişiler bile
düşmanlarına karşı elde ettikleri zaferden önce kendi
açgözlülüklerince fethedilmişlerdir."
( Mektup XCIV)
EB, kendi soyatalarını düşünerek, içi paramparça, böyle devam
ediyor: " Kuşatanların soyundan gelen biri olarak, bulunduğum
noktalardan Toscana Kıyılarına, Elbe'nin siluetine uzun uzun baktım."
Sonra gemilere gönderme yaparak devam ediyor:
" – şimdi bile, bir sabah uyanıp ufuktaki lekelerden tedirgin
olunabileceğini anlıyorum.
Korsika, korsan düşü."
EB biliyordur ki, bu dünyada onu avutabilen bir tek Seneca var.
Seneca, EB'yi karşısına alıp böyle mırıldanıyor kulaklarında:
" Hiç kuşkun olmasın— yıkıcıları horgören biri, kendini sürüden
ayırmış oluyor, onların düzeyinden yükselerek kuleye yerleşiyordur."
( "Öfke Üzerine" denemesinden).
Kulenin bir ev olabileceğini yine Senecadır EB'ye öğütleyen:
" İnsan, kolonlarını ne kadar yükseltirse kulesinin, evi o kadar
genleşmiş olur."
YAZARI:Hamid Farazandeh